Üç Kişi İçin Fazla

Arkamı dönüyorum. Orada hala. “Bu çalan ne?” diye soruyor, “60’ların hippi şeyleri gibi” “Sweet Smoke” diyorum, ” O senin dediklerinden zaten” .”Sevmedim” diyor, zorunda değilsin ki zaten. Diyemiyorum ama.  Kapatıp başka tarafa bakıyorum. Bir kuş bir dalın üzerine konuyor. Konduğu gibi atomlarına ayrılıyor, görüyorum gözlerimle. “Çok içtim herhalde” diyorum, ama içmediğimi de biliyorum. O da biliyor içmediğimi. “Ben açıyorum şarkıyı” diyorum, açıyorum – devam ediyor, psychedelic psychedelic devam ediyor geri planda. Anlam kazanıyor sonra atomlarına ayrılan kuş. Gerek yokmuş ki ona,  “Simurg herhalde” diyorum,” Hayır Anka” diyor farkı varmış gibi. “Kaknüs” diyor o anda yüksek bir ses gök yüzünden. Hiç anlaşamıyoruz üçümüz de, nasıl aynı yere düştük bilmiyorum. Küsüyor  hemen, gelip kapatıyor şarkıyı yine. Bir şey demiyorum etrafa bakıyorum yine. Bir çiçeğe bakıyorum, o da ayrılıyor atomlarına. Endişeleniyorum, O’na bakmamaya çalışarak. Sonra çaktırmadan bakıyorum , bir şey olmuyor, rahatlıyorum. Cyclops gibiyim X-Men’deki. Her şeye bakıyorum sırayla. Yok oluyor sırayla baktığım her şey O’ndan başka. Dağılıyor daha doğrusu. Belki de Nazar’ım ben diyorum. En yeni Türk süper kahramanı, her evin ihtiyacı Nazar. “Nasıl bir kostümüm olmalı” diye düşünürken yanaşıyor arkadan. Dayanamıyor daha fazla. “Yok mu güzel bir şey?” diyor. “Var” diyorum. “Since I’ve Been Loving You”yu açıyorum yukarıdakine aldırmadan. Gülüyor, herkes sever Led Zeppelin’i. “Ben sevmem” diyor yukarıdan yüksek ses. “Oylama yaptık, kaybettin” diyorum. “Yapmadık ki” diyor arkamdan, “Çaktırma” diyorum. O da seviyor, ama yediremiyor kendine. Yukarı bakıyorum göremiyorum. Acaba diyorum, nazar filan. “Hayır” diye bağırıyor yüksek ses. Üstelemiyorum. Etrafıma bakıyorum, biraz önce dağılan her şey çevremdeki boşlukta dolaşıyor. Ama hiçbiri üzgün değil. Olmak istedikleri halleri bu sanki. “Maddenin ereği sonsuzluktur” diyor yukardan, çok matah bir şey söyler gibi. Ama özeniyorum onlara. Sonuçta hepsi hep beraber her yerde. “Güzel bir şey olsa gerek” diyorum. “Şarkı gibi” diyor. Dönüyorum tekrar ona, öpüyorum maddeyi, ereğini düşünmeden. Sadece o ben ve “Since I’ve Been Loving You” varız şu anda. “Ben de varım” diyor sinir bozucu ses. “Niye daha çok içmedim ki?” diyorum kendi kendime. “Sen hiç içmedin” diyor yukarıdan. Biliyor her şeyimi benden daha iyi. “Sen içmedin ki hiç” diyor yanımdaki sevimli sevimli ve öpüşüyoruz tekrar. “İçmem gerekiyordu belki de” diyorum, “seninle dağılmam için”. “Evet” diyor , “Maddenin ereği içmektir.” “Biliyorum, ama bıraktım” diyorum ben. “Hadi hep birlikte çatıya çıkalım” diyor yukardaki ses. Çıkıyoruz da. Ben o arada bir kaç şeyi daha dağıtıyorum. Dağıttığım her şey benimle çatıya geliyor. Hiçbiri yükseklikten korkmuyor. Yukarıdaki ses, korktuğunu söylüyor ama bence numara yapıyor. “Sen korkmuyor musun?” diyorum, elinde Jack var. “Bitecek birazdan her şey” diyor.” İstersen Sweet Smoke bile açabilirsin.” “Yok” diyorum “ben seni daha çok seviyorum onlardan”. “Benim için içer misin?” diyor. “Ben senin için sigara bile içtim” diyorum, “Evet, salak mısın “diyor. “Biliyorsun” diyorum . Biliyor. “Evet” diyor yukardan , evet O da biliyor. Nasıl geldik üçümüz bir araya. Dağılanlar (Sırayla sayarsak Kuş- Simurg/Anka ya da Kaknüs- Çiçek, Bank, Kriko, Orak tutan el, 650 gram kıyma, Diploma (Sağlık Meslek Lisesi, 43/89, iyi derece), bellboy, bir tane zil, Asansörün tek rakamları) hep birlikte çevremizde dans ediyorlar atomlarıyla. “Kirli işlerini hep bana yaptırıyorsun” diye bağırıyorum yukarı, oysa ilk defa konuşuyorum O’nunla. “Hayır” diyor kız, “içelim ikimiz sadece”. Yukardan bir tablet düşüyor kafama, üstünde on maddelik liste. Hepsinde “İçin” yazıyor. Sol üst tarafta Jack’in amblemi var.  Sponsorsuz olmuyor diye düşünüyorum hiç bir iş. “Yapacak bir şey yok” diyorum, “Yok” diyor. “Bir milyonda bir olsam yine sever misin beni?” diyorum.” Ben seni sevmiyorum ki” diye bağırıyor yukardan. “Sana demedim” diyorum. “Ben seni sevmiyorum ki” diyor, “Sadece alıştım.”” Nazar olsam yine alışır mısın bana?” diyorum . “Ben sana her zaman alışırım ” diyor. Dudağından bir yudum alıyorum. Geri alıyor yudumunu. “Senin gözlerin maviymiş” diyor. “Hayır” diyorum. Bakıyorum yukarı, ses yok . İyiye işaret. Bitiriyorum şişenin yarısını. Şaşırıyorum kendime. Neden buradayız üçümüz de hala. Yukarıdan yüksek ses duyuluyor yine, “Üçümüz de olmak zorunda mıydık?”. Elindeki şişeyi bırakıyor ve “Evet” diyor.” Keşke bu kadar çok içmeseydim” diyorum. “Keşke” diyor yukarıdan, “dünyayı bu kadar yuvarlak yapmasaydım, zavallı Galileo.” “Keşke diyor, sana bu kadar alışmasaydım.” “Bu kadar yuvarlak değil zaten ” diyorum , “başka bir kelime, unuttuğum”. “Bilmiyorum” diyor yukarıdan. “Geoit” diyor kız. Demesiyle üzerine yıldırım düşüyor. Üzülüyorum o zaman  ben. Ama şişeyi alıp bitiriyorum.” Niye ki?” diye bağırıyorum. “Bilmem” diyor, “Sürpriz yapmak istedim sadece.” Küllere bakıyorum , onlar da atomlarına ayrılıyor hemen. Diğer ekipmanla birlikte çevremde dönüyor o da. Ben de maviyi sevdiğini bildiğim için “Daydream in Blue”yu açıyorum. Islıkla eşlik ediyorum, yukardan da geliyor aynı ıslık mahcupça. “Boş ver ” diyorum, en güzeli ne biliyor musun?” “Ne” diyor, rahatlamış biraz şimdi. ” İkimizin de hiç olamayacağı kadar özgür şu anda” diyorum. Sessizleşiyor. ama orada hala. Nefes alışverişinden anlıyorum. Biraz sonra , “Evet” diyor. anlıyor o da gerçeği, ikimizin de varoluşun kölesi olduğumuzu. “Keşke biraz daha içseydim” diyor. “Keşke” diyorum. Gidiyor. Ben aynaya bakıyorum. Ayna da dağılıyor atomlarına. Üzgün bir halde uzaklaşıyorum ben de.

Yorum bırakın