Parkta

Parktasın. Hani o, dışarı her çıktığında önünden geçerken kaçamak bir bakış attığın, ama bir türlü giremediğin park. Onunla karşılaşmaktan korktuğun yer. Gelincik yaprakları uçuşuyor gözünün önünde. Yaprak denir mi bunlara, parçalanmış çiçekler mi yoksa sadece? Titriyorsun, sıcak oysa hava, oldukça sıcak. İnce bir gömlek var üstünde karşı bankta oturan çiftin aksine. Kollarını sıyırmışsın ama hissediyorsun bunaltıcı sıcağı. Titriyorsun da hala. Ve evet, sen de bir bankta oturuyorsun. Kucağında, ellerinin arasında bir kitap. Buraya nasıl geldiğini hatırlamıyorsun. Etrafına bakıyorsun, fısıldaşan çiftten başka kimse yok. İlgilenmiyor onlar da seninle. Rüya sahnesi sanki bir filmden, ya da rüya gibi bir film, indigo hali hayatın. Kitaba bakacakken tam, bir melodi sızıyor öteden gezegenine.  Rüzgarın da geldiği yöne doğru bakıyorsun , fark etmeye çalışıyorsun yaklaşanı. Eski evinizin yakınlarındaki göle girmişsin gibi bildik bir sıcaklık kaplıyor vücudunu. Gülümsüyorsun. Ama çıkaramıyorsun hâlâ içinde bulunduğun melodiyi. Kitaba bakıyorsun, okuyorsun:

Yaşlı adam bankta oturuyordu. Hemen her sabah üç kilometrelik bir yürüyüşten sonra bu parka gelir ve etrafı seyrederdi. Tanrı kenti yaratırken parkı unutmuş, demişti babası ona. Bu iğrenç şehre fazla burası, diye düşündü, rüya gibi sanki. Normalde bu saatlerde çok kalabalık olmazdı park, temizlikçiler, akşamdan kalanlar, kendisi gibi sabah kuşları. Ama bugün nedense, tam karşısındaki bankta fısıldaşıp gülüşen bir çift oturuyordu. Ona dikkat etmedikleri halde rahatsız hissetti kendini. Gözlerini kapattı, anımsamaya çalıştı yüzleri, hayatı boyunca gördüğü tüm yüzleri. Gençliğindeki kadar kuvvetliydi hafızası.  Tüm suratlar yavaş yavaş dönerken çarkın üstünde bir ses duydu uzaktan, hissetti demek daha doğru olur belki de. Sadece sesi değil, çocukluğunu da hissetti birlikte, zil sesiydi evet. Mahalleye gelen pamuk helvacı, tüm çocukların etrafında toplanması, yalandan yeri göğü inletmesi, babasının gülümsemesi, gülümsedi o da.

Pespembe bir kokuyla açıyorsun gözlerini. Melodinin başladığı yerden geliyor koku da, ama küçük birkaç karaltıdan başka bir şey göremiyorsun. Uyumuş musun? Ne kadar olmuş? Melodi kaybolmamış, sıcak hala park. Ama karşındaki çift yok artık, kalkmışlar galiba. Şu anda yaşlı bir adam oturuyor orada sadece, elinde bir kitap, gözleri kapalı. İçin geçmiş olmalı, çok değildir ama, melodi duyuluyor hâlâ. Bu koku ne peki?  Tatlı bir şey sanki. Adam sana gülümsüyor mu, yoksa öyle mi geliyor ana? Niye girdin ki hem parka. Her sabah koştuğunu biliyorsun burada. Ya görürse seni, ya… Titriyorsun yine, nefesini düzenlemeye çalışıyorsun karşındaki adama bakarak. O da gömlek giymiş senin gibi bu sıcakta, kollarını da sıyırmış. Sarı saçları , beyazla karışık, rüzgarda dalgalanıyor çimenler gibi. O yaşa geldiğinde senin o kadar saçın olacak mı? Biliyorsun aslında, baban, amcanlar, deden hep…aile laneti. Canın sıkılıyor, gözlerin tekrar kelimelere kayıyor:

Pamuk helva yemek için olağanüstü bir istek duydu adam. Gözlerini açtı yüzlere ara vererek. Zil sesi yok, fısıldaşan çift yok, farklı  bir adam vardı karşısında bu kez. Kitap okuyordu kendisi gibi.  Dikkatle inceledi karşısındakini; sarışın, dikdörtgen gözlüklü, keskin hatlı zayıf bir adamdı. Bir iz vardı sağ gözünün altında, fazla belli olmasa da fark etmişti yaşlı adam. Tüm dikkatini dizlerinin üstündeki kitabına vermişti. Sarsıldı aniden, hızlı bir rüzgar aktı dibinden. Baktı, kaykay üzerinde bir genç – saygısız, kardeşinin torunu gibi. Kendisini düşündü, o yıllarda nasıl olduğunu. Dikkatini veremiyordu ama, karşısındaki adamda bir şey vardı. Anımsamaya çalıştı daha önceden görüp görmediğini. Çark dönmeye başladı tekrar, çok uzaklarda bir sima, televizyon, yo bir gazete haberi. Ölenler vardı, deprem mi, hayır daha sıcak

Bir alev dalgası çarpıyor yüzüne, elin istemsizce elmacık kemiğine gidiyor. Yangından kalan tek hatıra. Hani onu alevler arasından çıkarttığın, hatta yerel bir gazetenin seni kahraman yaptığı yangın. Sonraki her gün, anlayamadığın bir şekilde senden biraz daha uzaklaştığı yangın. Ve geçen yıl seni, o yeni koskoca evde tek başına bırakan yangın. Sıcak sarıyor her yanını, çığlık atmak istiyorsun, atamıyorsun haliyle bu koca parkta. Korkuyorsun, karşındaki adama bakıyorsun. O da dikkatlice sana bakıyor, başınla selamlıyorsun hafifçe. Kitaba geri dönüyorsun:

Karşısındakinin isteksiz selamını aldıktan sonra düşünmeye başladı yaşlı adam. Evet, üç yıl önce bir gazetedeydi. Kendisine yapıştırılan kahraman yaftasından kaçmaya çalışıyordu sanki röportajda. Dikkatini çekmişti o zaman da. Yangından kurtardığı arkadaşı hayranlıkla bakıyordu ona resimde. Farklı bir şey  hissetmişti yılların tecrübesiyle, bir önsezi belki. Ama böyle şeyleri önemseyemeyecek kadar yoğundu o günlerde. Emekliliğine altı ay kalmıştı ve kent her geçen gün daha da batıyordu pisliğin içine.  Şimdi de farkı yok zaten diye düşündü. Bitmişti ama eski günler. Her zamankinden daha rahattı bu aralar, her zamankinden daha yalnız. Adama baktı tekrar, tedirgindi sanki, gitse miydi yanına? Yere düştü birden adamın elindeki kitap.

Gereksiz bir korkuyla atıyorsun kitabı yere. Garip bir şeyler var evet, bu park hep garip gelmiştir sana zaten. O yüzden gelmiyordun buraya ne zamandır. En son geldiğinde çok da iyi geçmemişti zaten. Önüne çıkmıştın koşarken, diğer adamı sormuştun, hangi adam demişti yüzsüzce, aptal yerine koymuştu seni. Sonra da sapık muamelesi yapınca kavga etmiştiniz yumruk yumruğa. Dudağın kanamıştı. En son onu, ateşini hissettiğin andı, aynı zamanda. En son mutlu olduğun an. İtiraf etmekten korktuğun. Bu sabah burada oluşunun sebebi. Ve belki de şurada oturan yaşlı adamın. Sen mi yarattın onu da aklında?  Çok okumaktan belki. Borges mi? Saçmaladığını fark ediyorsun  sen yaşlanınca onun kadar vakur olamazsın, saç konusu var bir de, biliyorsun. Al geliyor işte yerdeki kitabı almaya, ne yumurtlayacaksın bakalım?

Tam kitaba hamle yapacakken adam yerden alıp okumaya başladı tekrar. Çok garip bir durumdu, yüzüne bakmıyordu yaşlı adamın. Normalde oradan, banktan, belki de parktan ayrılması lazımdı. Ama öyle birisi değildi yaşlı adam, meydan okunmasını severdi. Yanına oturdu ve bakmaya başladı kitaba.  Adam aniden kapattı kitabı gürültüyle sanki gizli bir iş çeviriyormuş gibi.

Yanında işte, hiçbir şey yokmuş gibi davranacaksın, mecbursun. Artık ne melodi var, ne koku. Sadece sen ve o. Bir de… işte, yaklaşıyor uzaktan sırasıymış gibi. Onun için gelmedin ki parka bu kez. Değil mi? Onu atlattın çünkü, geçti artık. Yanındaki adam bir şeyler söylüyor cevaplasana. “Özür dilerim, bana müsaade edebilir misiniz biraz?”

Bozuldu adamcağız sana, en başta oturmasaydı o da yanına. Kitaba mı bakıyor şimdi de? Boş ver artık şu adamı: “Günaydın, iyi terlemişsin”

Yaşlı adam banka bırakılan kitabı alıp okumaya başladı. Saygısız adam. Daha düzgün birisi olacağını düşünmüştü oysa. Kendilerine doğru koşan atletli, spor şortlu bir adamı görünce ayağa kalkmıştı. Suratı asılmıştı birdenbire yeni gelenin, çıkartacaktı adamı sanki bir yerlerden. Konuşmaları tam olarak duyamıyordu ama tartıştıklarını anlayabiliyordu vücut dillerinden. Kitabı bırakıp ayağa kalktı.

İlk defa böyle küfürler kullanıyor sana karşı, artık sevmiyor seni anlamıyor musun? Alevlerin arasından çıkardığın adam değil artık o, düşündüğün sevgi kırıntısı yok artık onda. Belki de kendini aldatıyor sadece. Ne olursa olsun Instagramdaki o kızla birlikte olamaz, sevemez onu. Tanıyorsun yeterince. Saklamak için kimliğini, benliğini. Ama sen biliyorsun, senden saklayamaz. Sevdiğini biliyorsun seni, son bir kez… Vuruyor geçen defaki gibi. Bu kez değil ama, bu kez ayrılmayacaksınız.

“Ben de polistim eskiden, doğusunda kentin, biliyorsun en boktan bölge. Uyuşturucusu, orospusu ,mafyası…gün geçmiyor ki başka bir leş olmasın. İşte o zamanlardan… alışkanlık, alırım tehlikenin kokusunu hemen. Adamın elindeki şey gözümü alınca anladım hemen bir pislik olacağını, öne fırladım hemen. Husumetten başka ne olacak ki.  Bu eski kahraman, diğerini de ısırıyor gözüm bir yerlerden, çıkarırım emin ol…bakma yaşımın geçtiğine, hafızamla hayatta kaldım ben. Kesin husumet… bağırdım önce haliyle eski günlerdeki gibi, baktım aldıran yok, çıkardım, sıktım bacağına… beylik silahımla işte… bacağına evet, bilmiyorum niye oraya geldiğini, ani bir hareket yaptı herhalde ben bacağına sıkmıştım oysa…en son hatırladığım bu yerde yatıyor, diğeri de başında ağlıyordu. Ölüm garip şey…husumet de olsa arada burkuyor insanı.”

Kapatıyorsun kitabın kapağını. Hiçbir şey anlamıyorsun normal olarak. Postmodern diye saçma sapan şeyler yazmaya başladı insanlar. Verdiğin paraya yazık. Bir şeyler kıpırdanıyor ama içinde ne olursa olsun. Bıraktığın o adamı hatırlıyorsun, bir yerlerden hala izlendiğini hissediyorsun. Hafif keyifli, hafif kararsız giyiyorsun atletini, spor şortunu. Koşuya çıkıyorsun parka.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s