1Q84 ve Haruki Murakami

İsminin kulağa hoş gelen tınısı dışında tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de oldukça sevilen bir yazar Murakami. Modern zamanlarda (Post modern?) edebiyatın birinci dünyası denebilecek ülkeler dışında (kime göre /neye göre:) böyle bir popülerlik görmek mümkün değildi. Hele ki (halen) birçok yönden gerçekten uzak olan uzak doğudan.

Peki Harukki Murakami’nin sırrı ne? Neden kitapları Amerika’dan Avustralya’ya, Çin’den İspanya’ya ve tabii Türkiye’de çok satanlar arasına girip yazıldığı gün kapışılıyor? Bildik best-seller kavramı, Nobel’e aday gösterilen bu yazar sayesinde değişti mi artık?

Bunların hepsi, elbette ki, göreceli. Anlamak için Murakami’nin okuyucuyu – özellikle genç okuyucuyu- çeken yönlerine bakmalıyız belki de.

Öncelikle çevirilerin hakkını vermek lazım, bir çok ülkenin aksine Japonca orijinalinden yapılan çeviriler oldukça temiz, yazarın özgün tarzını ve anlatımını koruyup dilindeki sadeliği, akıcılığı yansıtıyor.

Murakami İkinci Dünya Savaşından hemen sonra Amerikan Japonyası’na doğmuş, yani bir nevi batılı aslında (80’llerde bir dönem orada da yaşamış zaten).  Bunu metni okurken her şekilde anlıyoruz. Eserlerinde müzik ve popüler kültürü çok iyi kullanıyor. Spotify’da rastlamış olabileceğiniz “Murakami Okunurken Dinlenebilecek Şarkılar” listesi zaten kendisinin kitaplarında geçen şarkılar oluyor genelde. Bazı kitapları (Norwegian Wood, Dance Dance Dance gibi) zaten şarkı isimleri. Birçok referans var kitaplarında. Şu anda incelemesini yazdığım kitap bile – daha giremedi gerçi:)- akıllara hemen 1984’ü getiriyor.

Kendisi, insanların kendi hayatında karşılaştığı duygusal ve psikolojik durumlarla rezonans yaratabilecek yalnızlık, kimlik arayışı, aşk, varoluşsal sorunlar gibi evrensel değerleri de oldukça iyi yansıtıyor. Kendimizden bir şeyler buluyoruz yani bu Japon yazarı okurken. Ama aynı zamanda bulamıyoruz da. Postmodernizm’in ilkelerinden olan yerel ile küreselin harmanlanması bu kitaplarda da geçerli. Gerçi noodle bizdeki bekar evlerinde de makarnanın yerini aldı ama Murakami’yi okurken Japon kültürünün bize uzak olan unsurlarını da fark ediyorsunuz.

Murakami deyince akla gelen ilk unsurlardan biri de eserlerindeki gerçeküstücülük ve fantastik unsurlar. Yazar gerçek dünya ile fantastik unsurları iç içe kullanıyor. Karakterler normal hayatlarını yaşarken saçma sapan bir şey oluyor ve hemen herkes bunu normal bir şeymiş gibi kabulleniyor.  Büyülü Gerçeklik diyeceğim ama o husus Güney Amerikalı yazarların tekelinde, Gerçek ile Gerçeküstü arasındaki o ince çizgide yürüyor diyeyim sadece.

Bu kadar da değil tabii, edebi bir eser için olmazsa olmaz karakter derinlikleri, felsefi taban, gizem, belirsizlik vb. birçok şey bir edebiyatçı ya da benden daha yetkin bir okur tarafından incelenebilir. Ama benim şu kitaba girmem gerek artık.  

1Q84 yukarıda belirttiğim teknik ve temaların çoğunu içeren oldukça geniş üç ciltlik bir roman. Yazarın son dönemdeki kitaplarından birisi, yani ülkemizde de çevirisi beklenen bir kitap. 2012’de yani yazımından sonraki 2 yıl içinde çevirmeyi başarmış Hüseyin Can Erkin toplam 1200 bu sayfalık kitabı. Ben Storytel + ekitap versiyonunu okudum/dinledim. (Ama kitapçıda eski ve yeni baskılarını karşılaştırma şansım oldu, kağıt kalitesi çok düşmüş, kitap 2 kat kalınlaşmış)

Evet, yukarıda belirttiğim gibi oldukça akıcı bir roman 1Q84, benim gibi oyalanmazsanız bir haftada bitirmeniz işten değil. Akıcı ama basit değil. İki karakterin (üçüncü kitapta üçüncü bir karakter de girip çıkıyor:) bakış açısından 79 bölüm boyunca alternatif bir gerçeklik ile mevcut dünyanın iç içe geçtiği karmaşık bir yapı sunuyor okuyucuya Murakami. Bunu sunarken iç monologlarla, çarpıcı ayrıntılar ve sembolizmle, kapsamlı yan hikayelerle ve arka planda kullandığı kader/özgür irade gibi temalarla eseri epey zenginleştiriyor.

Kitap yazarın okuduğum diğer kitapları gibi pop kültür göndermeleriyle dolu. Evet, 1984 ya da Janacek’in Sinfonietta’sı da popüler kültürün bir öğesi artık. Değilse bile bu ve bunun gibi kitaplar onları popüler yapıyor yani kültür kitabı etkilerken kitap da kültürü etkiliyor. Ama bu başka bir yazı konusu tabii. Ben postmodermizmin alameti farikalarından biri olan bu referansları oldukça eğlenceli bulan biriyim. Yani bir kitabı okurken eskiden (çok eskiden:)  ansiklopediye şimdi ise Wikipedia’ya bakmak en sevdiğim şeylerden biridir. Ama burada beni rahatsız eden bir şeyler var. Diğerlerinde de öyle miydi hatırlamıyorum ama bu kitapta Marukami bu göndermeleri fazlasıyla göze sokuyor. Mesela kitabın bir yerinde 1Q84’ün George Orwel’in romanından esinlendiğini söylüyor bir karakter. Ya da başkası “Little People”ın (kitapta geçen gerçeküstü bir grup) “Big Brother”a gönderme olduğu söylüyor. Bunun gibi çokça açıklama yazarın belki de okur kitlesini arttırmak için kitabı monotonlaştırdığını düşündürüyor. Belki de bütün kitapları böyleydi hatırlamıyorum.

Böyle büyük bir kitaptan uzun bir dönemi kapsamasını beklersiniz belki de ama 6-7 ayda bitiyor kitap böyle olunca da hikaye oldukça yavaş ilerliyor. Her şeyi en ince detayına kadar anlatıyor Murakami.  Böyle olunca da bazı bölümler, özellikle aksiyonun veya olayların hızlandığı anlar, daha yüzeysel görünebiliyor. Bu, belki de,  hikayenin akışını hızlandırmak için yapılan bilinçli bir tercih.

Olaylar ve aksiyonun dışında romanda gündelik hayat unsurlarının önemli bir yer tutuyor. Atmosfer oluşturma, romanın temposunu ve ritmini belirleme, karakterlerin kişiliklerini ve psikolojik durumlarını yansıtma ve hayatın sıradanlığı ile fantastik ve gerçeküstü unsurlar arasında bir kontrast oluşturmak için kullanılan bu tema romanın gereğinden fazla uzun olmasına da katkıda bulunuyor sanki.

Ama o 1200 sayfanın en önemli sebebi tekrarlar. Evet Murakami’nin tarzı böyle, Anlatımı derinleştirmek ve ana temaları vurgulamak için çokça tekrarlara baş vuruyor. Ama sanki bu kitapta  bunu abartmış yazar. Gökyüzünde iki ay temasının kitabın başından sonuna kadar en az 50-60 defa kullanıyor yazar. Karakterlerin önemli özellikleri, hayatlarındaki iniş çıkışlar, hemen her şey kitabın her yerinde defalarca karşımıza çıkınca insan bir “ehh” demeden duramıyor işte.

Ama yine o baştaki konuya geliyoruz. Kitap su gibi akıyor her şeye rağmen, o dediğiniz ehh ile kalıyorsunuz öyle. Bitirmek istiyorsunuz, Ulyssess gibi bir zirveyi aşmak için değil, 1984 gibi okumuş olmak için de değil sadece merak ediyorsunuz ve bitiriyorsunuz eninde sonunda 1Q84’ü. İşte Haruki Murakami’nin başarısı da bu aslında, insanların okumak isteyeceği, başladığında da elinden bırakamadığı kitaplar yazmasını biliyor bir şekilde.

Yazara başlamak için Sahilde Kafka, Zemberekkuşu, Haşlanmış Harikalar Dünyası gibi diğer kitapları daha uygun bence , ama bu kitabı da müteakiben okunabilir elbette.   İyi okumalar şimdiden.

5 thoughts on “1Q84 ve Haruki Murakami”

Erhan için bir cevap yazın Cevabı iptal et