Gözlerini açıyorsun, tahmin ettiğin yerdesin yine, yatağında. Şansına küfredip kalkıyorsun ayağa. Bitecek bu kısır döngü sonunda, ben de biteceğim ama. Tuvalet, banyo, kahvaltı derken dışarıdaki hayatın içine akıyorsun. Araban yok, hiç düşünmedin almayı. Toplu taşımanın erdemine inanıyorum diyorsun arkadaşlarının yanında gülerek. Komik olmadığının farkındasın, gerçekte yaşamadığının farkında olduğun gibi. Otobüse biniyorsun, işe doğru bir buçuk saatlik yolculuğunun ilk halkası. Çevrende çeşit çeşit insan. Dikkatlice bakıyorsun teker teker hepsine dayak yeme pahasına. Geçen hafta başladığın bir oyun. Yolculuğu böyle daha kolay öldürebiliyorsun. Solda oturan çarşaflı kadınla nasıl bir hayatım olurdu? Kısa sürüyor. Şu top sakallı kulaklıklı tiple? Eskiden lavuk derdin böylelerine. Bir parça daha uzun. Slovakya’da iş kuruyorsunuz onunla. Kaşındaki sakallı amcayı hızla geçiyorsun. Kötü kötü bakıyor çünkü sana. Şu camdan dışarı bakan sarı saçlı kız, olabilir işte. Başlıyorsun düşünmeye kıza bakarak. Eski türk filmleri saadeti, Beyoğlu geceleri, saçlarının kokusu derken kız da sana bakıyor. Kaçırıyorsun gözlerini, gülümsemeni kaçıramıyorsun ama. Kaçırmışsın durağı da, küfredip iniyorsun. Gün içinde ne kadar çok küfrettiğini düşünüyorsun. Kulaklığını takıp metroya kadar yürüyorsun kaçırdığın duraktaki. Yolda etrafına bakıyorsun diğer insanların aksine. Bir iki kişi çarpıyor, bir şey demiyorsun. Metroda aynı oyun. Hayat da zaten bir oyun değil mi zaten başkalarının oynadığı? Karşında oturan anne kıza bakıyorsun. Kız senin kızın bu kez, anne eşin. Akşamları işten döndükten sonra oynuyorsun kızınla. Başka bir hayat. Başka bir hayat düşlediğini fark ediyorsun hep. Başka bir hayat istiyorsun. Başka türlü bir şey var mı acaba? İniyorsun metrodan. Bu kez doğru yer. On dakikalık yürüme yolu var. Yürüyorsun, kulağında “In a manner of speaking”. Keşke konuşabilseydim. Konuşamayacağını biliyorsun. Çok kısıtlı bir evrende yaşıyorsun. İş yeri 20-25 kişi, onunla birlikte. Farklı bir hayatın olsaydı yine o mu olurdu peki? Bilmiyorsun. Başkasını da bu kadar sever miydin? Hiç bir şey bilmiyorsun. Mendil satan çocuklar yaklaşıyor sana. Küfrediyorsun içinden. Birinden alıyorsun, diğerlerine bakmadan uzaklaşıyorsun. Köşedeki büfeden sigara alıp binaya giriyorsun. Geç değil bu sabah, durağı kaçırmış olmana rağmen. Çok geç kaldığın günler oldu. Bugün değil ama. Okuldayken burayı hayal edebilir miydin? Böyle bir işte çalışacağını? İdealisttim o zaman ben. Herkes gibi idealisttin, ama burada da ihtiyaç var sana, senin gibilere. Bu iş bana göre değil diye düşünüyorsun hep. Yeni bir hayat olmazsa yeni bir iş olsun bari, sonuçta bizim gibiler için işini değiştirmek hayatını değiştirmek demek. Cesaret edemedin ama hiç. Geçen sene karşına böyle bir fırsat çıkmıştı, ne oldu? Korktun her zamanki gibi. Biliyorsun hiç bir zaman Neo olamayacağını kaç tane hap verirlerse versinler. Hayallerin bir şeyler değiştirmek, ama hepsi gibi sen de kalmak zorundasın yerinde. Hareketten korkuyorsun. Tarih boyunca insanların düşlediği gibi sen de ulaşılmaz bir hayat düşlüyorsun . Bugün burada , yarın orada bir başkasıyla. Ama güzel olsun sadece. Belki de farklı olması yeterli. Sabah aynı yatakta aynı şeye uyanmasam her şey daha güzel olacak sanki. Oturuyorsun masana. Bilgisayarını açıyorsun. Kahve alıyorsun. 20 yıl önce işe çayla başlanırdı diye düşünüyorsun. Hala var çaycı, ama kahve tercih ediyor artık çoğunluk, makineden. Sen de, belki daha çok makinenin önünde karşılaşmak için, kahve alıyorsun. Geçiyorsun masana. Köleliğin sabah uyandığında mı başlıyor, yoksa şimdi mi bilmiyorsun tam olarak. Önemli değil. Hepimiz aynı yere doğru akıyoruz bu hayatta sonuçta. Kadere inanmıyorsun normalde, hiç bir şeye inanmadığın gibi. Ama bir yolun olduğunu da hissediyorsun içten içten. Değiştiremeyeceğin bir şeyler ve düşler var hayatında. Bunlar iç içe geçmeye başladı bile çoktan. Artık hayatını, var olanı düşlüyorsun çoğunlukla. O eski ekstrem hayaller azaldı umutlarınla birlikte. İş yerini, O’nu düşünüyorsun bazen. Bazen sadece öldüğünü. Öğlen oluyor, bir şeyler yemeye çıkıyorsun. Köşedeki lokantada görüyorsun, giriyorsun sen de. Merhaba deyip yanına oturuyorsun. Rahatsız olmuş mudur acaba? Kısa kısa konuşuyorsunuz, ıvır zıvır hep. Bilmiyorsun ne söyleyeceğini. Açılamıyorsun da. Yemeğinizi yeyip kalkıyorsunuz. Küfrediyorsun kendine yine. Öğleden sonra yine bilgisayar, yine iş. Bu arada akıyor arka planda hayat, senin beyninde ve her yerde. Bir ara kahve makinesinin önünde gülüştüğünü fark ediyorsun başkasıyla. Tekrar küfredip sigara içmeye çıkıyorsun. Telefonun elinde, Whatsapp grubundan gelen şeylere gülemiyorsun artık.Derin derin çekip küfrediyorsun kendine, şansına. Fotoğraflara bakıyorsun, arkadaşlar , sahte gülücükler. O da var ofis fotoğraflarında. Elini yakıyorsun sigaradan, tekrar küfrediyorsun. Siliyorsun fotoğrafları. İniyorsun aşağıya. Kafanda çok şey var, konuşacağım diyorsun. Olmuyor ama , kalabalık etrafı, sen de bırakıyorsun. Her şeyi bıraktığın gibi. Oturuyorsun masana. E-maillerine bakıyorsun. Hepsi reklam, yalnız adamın başka geleni olmaz zaten. Bir tanesi dikkatini çekiyor. Sadece “Bul beni” yazıyor. Bir kaşık resmi, başka bir şey yok. Sağına soluna bakıyorsun, bakan yok. Tıklıyorsun, bomboş bir sayfa açılıyor. “Thank you” çalıyor Dido’dan. Gülümsüyorsun, seviyorsun çünkü. Ama bir anlam veremiyorsun. Sonra ekranda bir yazı beliriyor. Koca harflerle “Bul beni”yazıyor yine. Tıklıyorsun ona da, bir şey olmuyor. Şarkı devam ediyor. Kafan karışıyor ama bir şey yapamıyorsun. Matrix’i hatırlıyorsun tekrar. Öyle bir şey değil ama bu. Sigara içmeye çıkıyorsun. Çıkarken duvarlara, cama, her yere bakıyorsun. Sanki her yerde aynı yazıyı görecekmişsin gibi geliyor. Görmüyorsun haliyle. Havaya bakıyorsun, bulutlardan değişik şekiller oluşturmaya çalışıyorsun. Saçmaladığını fark etmen uzun sürmüyor. Çok fazla etkisinde kalıyorsun filmlerin. Hayat öyle bir şey değil? Aşağıya iniyorsun. Yalnız kalmış, yanına gidiyorsun. Ben diyorsun, biliyorum, gördüm diyor. Anlamıyorsun hiç bir şeyden. Uzaklaşıyorsun. Bilgisayarının başına gidiyorsun. “Bul Beni” parlıyor hala, ama altında uzunca bir yazı görüyorsun. Okumaya başlıyorsun “Gözlerini açıyorsun, tahmin ettiğin yerdesin yine- yatağında.” Hemen kapatmaya çalışıyorsun sayfayı. Arkandan bir el omuzunu sıkıyor. Bakıyorsun, O. Gülümsüyor, sen de gülümsüyorsun, içinden küfrederek. “Thank You” çalmaya, “Bul Beni” parlamaya devam ediyor. Yarın sabah nasıl bir güne uyanacağını merak ediyorsun.
