Yavaş bir başlangıç yaptık geçen bölümde felsefeye. Hatta giremedim bile doğru dürüst. Ama olsun hayat kısa, kuşlar uçuyor, genç filozoflar tedirgin, dünya bilinmeyen bir sona doğru sürükleniyor. Her felsefe kitabı gereği Eski Yunana gitmekti bu bölümdeki amacım, ama “Neden Eski Yunan” sorusuna cevap vermedikten ve saçma sapan birkaç ayrıntıyı gözünüze sokmadan başlamamız doğru olmaz gibi geldi birden.
Geçen bölümde “Felsefe yapma ulan! ” cümlesini duyunca aklımıza nelerin gelmesi gerektiğini ve felsefecilerin genelde işsiz güçsüz – boş beleş demek istemedim şimdiden- insanlar olduğunu anlamıştık. Şimdi yukarıda yazan kökene girelim.
Kökler tabii kelimenin kökeni, ama ondan önce neden bilim akıl sanat vb. ile ilgili kelimelerin Yunanca ya da Latinceden geldiğini açıklamak istiyorum sevgili bilmeyen okuyucularıma.
Tabii bunun en kolay cevabı cebinizde taşıdığınız telefon neden dışarıdan geliyor sorusunun cevabı ile aynı. Bilim ve onun dayandığı kültürü sadece biz değil tüm dünya batıdan ithal ediyor yüzyıllardan beri . Batı da (Şu an Amerika daha önce İngiltere, Fransa vb.) kendi temellerini antik dönemdeki bu iki büyük uygarlığa dayandırmış. Roma ve Helen kültürü hala batı ülkelerinde zorunlu/seçmeli derslerde arasında geçiyor. Yani biz nasıl tarih derslerinde Hun Abbasi karışımı bir programa dahil oluyorsak onlar da kendi tarihlerinin yanında Peloponessos savaşlarını (O dönemden bir savaş. Bilmenize gerek yok. Maraton’un buradan geldiğini hatırlamanız prim yapmanıza yeter:) görüyorlar. (Ya da ben öyle biliyorum. Nasıl olsa kontrol eden yok:)
Tabii sadece bu her türlü kelimenin Yunan ya da Latin kökenlerine sahip olmasını açıklamak için yeterli değil. Yani aslında bu kelimelerin büyük çoğunluğu o dönemden kalma. Daha sonra da Avrupalı bilginler genellikle bilimle ilgili kelimelerde yine bu kelimelerin Yunanca karşılıklarını (Ya da kendi isimlerini) kullanmayı uygun görmüşler galiba.
Neyse köklere gelelim biz. O günlerce televizyon karşısında beklenilen dizinin, topu topu sekiz bölüm olduğunu tahmin edebilir miydiniz hiç? İnsan her gün yeni bir şeyler öğreniyor.

Evet Felsefe- Phiosophy kelimesi –yine Yunancada sevmek ve bilgelik kelimelerinin birleşimi . Sophie aslında çok geniş bir kelime ve gnostizmde (Aykırı Hıristiyan tarikatları diyebiliriz bunlara – ya da kilisenin uygun görmediği herkes – tabii ilk ve ortaçağ için kullanılıyor genellikle) bir nevi dişi ruh, tanrının dişi zuhuru ya da İsa’nın gelini , teslis’deki kutsal ruh vb. bir çok tanımı var yine bilgelikle bağlantılı olarak. Bu hatta Hıristiyanlığın çok öncesine Politeist (Tek tanrılı olmayan) dinlere dayanan ve hatta ara sıra Lilith (Şimdi giremem ona da:) ile özdeşleştirilen bir şey ama bu başka bir serinin konusu. Benim Sofie ile ilgili aklıma gelen tek şey (Meryl Streep’lı Sophie’nin Seçimi’ni saymazsak) Joestin Gaarder’in Sofie’nin Dünyası romanı. O da tıpkı benim gibi (Değil aslında , o gençlere anlatıyor, ben farklı bir gruba) Felsefe’yi yine bir nebze kronolojik sırayla gençlere sevdirmeye çalışıyor romanında.(Ben sevmiştim en azından:)

Felsefe tabii geçen bölümde söylediğim gibi gece yatağımızda, çocukların sorularında ya da bir takım garip insanların dillerinde kalmamış sadece. Her şeyi bilen bazı adamlar (bunu insan olarak düzeltemeyeceğim ne yazık ki politik doğruluk kapsamında, gerçekten erkek oluyor bu ukala çokbilmişler hep) alıp bu kelimeyi bir takım kategorilere bölmüşler. Her ne kadar bu kategoriler normalde bir işinize yaramasa da, buradan bir şeyler öğrendiğinizi diğer insanlara yutturmanız için bunlara da girsek iyi olur. İnanmayan olursa kolaylıkla bakabilmesi için Wikipedia’daki sırayla elbette.
- Estetik : Çoğumuzun magazin dergilerinden (Hala dergi okuyan kaldı mı ya?) ve Nip/tuck dizisinden aşina olduğu bu kelime aslında Felsefe’nin güzellik ve zevkle olduğu kadar sanatla da ilgilenen dalına verilen ad. Yunanca elbette, “duymak/algılamak” gibi bir anlamı var.
- Etik: Üsttekiyle kafiyeli ama çok daha ağır. Etik Ahlak Felsefesi anlamına geliyor. “Nasıl davranmalıyım? Doğru bir insan nasıl olurum?” gibi sorulara cevap arar gibi görünse de oldukça geniş bir alanı kapsıyor. Yine Yunanca, “kişilik, karakter” anlamına gelen Ethos kelimesinden türemiş
- Epistemoloji : Gitgide zorlaşıyor. Sonu -loji olduğuna göre kesin bilimdir diyecekseniz, doğru sayılır. Bilgi var işin içinde, Bilgi Felsefesi diyebiliriz bu kategori için. Bilginin kaynağı, doğruluğu , inanılırlığı vb. ile ilgili her soru burada.
- Metafizik: Şimdi burası karışık biraz. Fizik ötesi anlamına gelen bu kelimeyi herhalde 90’ların “Bilinmeyen” dergisi ile tanımıştık. Ne kadar saçma sapan şey varsa her şey vardı dergide – gerçi Ufo olayını Pentagon vb. de kabul ediyor artık- Kocaayak ya da düz dünyavari aptalca şeyler bir bilimin parçası nasıl olabilir diye düşünebilirsiniz elbette. (Gerçi bizim ekip düşünmez sanki, ama neyse) Burada kastettiğimiz metafizik; felsefenin gerçekliğin doğası, akıl ve madde, ya da madde ve davranış ya da mevcut ve potansiyel arasındaki ilişkiyi – hatta bildiğimiz uzay, zaman, tanrı, neden, gerçeklik vb.- inceleyen dalı. Yani emin olamadığımız şeyleri metafiziğe ittirmişler.
- Mantık: Bu da okulda gördüğünüz biber acıdır hayat da acıdır hayat biberdir olayı.
Bunların dışında isimlerinden dolayı açıklama gereği görmediğim siyaset felsefesi, bilim felsefesi, akıl felsefesi, dil felsefesi, din felsefesi ve metafelsefe (hepsine hükmedecek tek felsefe:) gibi birçok başka kategori de mevcut.

Neyse şu otoritelerden uzaklaşıp yine sorularımıza dönelim Yunanlılara geçmen önce. Soru ama yine Yunanla ilgili. Neden Yunan? O mağaradaki katil Sapiens’e ne oldu? Onun soruları neden bizi alakadar etmiyor artık?
Öncelikle Sümer, Mısır vb. medeniyetlerin öncesi pek ilgimizi çekmiyor bizim. Çünkü onlardan önce bildiğimiz şeyler bir takım çanak çömlek, kalıntı, fosil vb. ıvır zıvırdan çıkarılıyor. Tarihi kazananların yazdığı sözü bilinir evet, ama herkesin bildiği başka bir şey de yazabilmek için yazının bulunmasının gerektiği. Yani bize ulaşan her şey gibi (tarih medeniyet vb.) felsefe de yazıyla başlar diyebiliriz.
Ama sade yazı yeterli değil anladığımız kadarıyla, yoksa M.Ö. 6. Yüzyıla gelene kadar koskoca Mezopotamya ve Mısır uygarlıkları var en azından önümüzde. Tekrar aynı soruya geliyoruz o zaman. Neden Yunan?
Aslında tam olarak bildiğimiz Yunanistan değil tabii ki bu Helenistik dönem devletleri . İskender sağolsun, İtalyadan Hindistana kadar yayıyor bu uygarlığı. En parlak döneminde bile Mora yarımadasının dışında batı Anadolu’da çoğumuzun bildiği yerlerde, Karadeniz kıyılarımızda, Girit’te, Kıbrıs’ta dönemini aşmış bir çok şehir devleti bulunmakta. Evet bir imparatorluk değil tarihin büyük döneminde Yunanlar, birbirinden ayrı monarşi ya da demokrasi ile yönetilen şehir devletleri (Mesela Mansur Yavaş’ın Tokat’a savaş ilan ettiğini düşünün, öyle bir şey:)

Felsefenin gelişimindeki önemli engellerden biri din. Mısır ve Mezopotamya dinleri, o bildiğimiz Zeus’un eli Demeter’in cebinde mitolojisine göre çok daha organize. Sesini çıkaranlar çoğunlukla bertaraf ediliyor ve şehirlerin tanrıları çoğunlukla İmparatorlukların dinlerine dönüşüyor bu uygarlılarda. Monarşi de konuşmanın düşünmenin önündeki başka bir engel. Tam olarak olmasa da bir şekilde demokrasi var çoğu Yunan şehrinde. ( Kadınlar, köleler, alt tabakadan insanlar vb.nin dahil olmadığı bir demokrasi) ve çoğunlukla eleştiri mümkün oluyor buralarda. Dini, yönetimi vb. eleştiren bir çok kişi çıkıyor.

Ve hepsinden önemlisi bu bereketli geniş coğrafyada Felsefe yapmak için en önemli unsur bolca var. İşsiz güçsüz insan topluluğu. Müreffeh (Refahdan geliyor galiba:) şehirlerde Maslov’un üst basamaklarına ( İhtiyaçlar piramidi – en alt yeme , içme , seks, uyku- en üst “ya ben çok büyük adamım” olayı –ortaları doldurun) kolayca ulaşan bu güruh kolaylıkla garip sorular sorarak etrafına insanları toplayabiliyor. Böylece mısırda her şey sudan olmuştur diyen birisinin kellesi gidebilirken, diğeri Atina’da öğrencilerin yardımcı kitaplarından yolunu bulabiliyor. Hatta Mısır ve Sümer/Babil/Akadvari imparatorluklardan sadece Firavun /Kral ve bazı özel durumlarda peygamberleri tanırken , Yunan devletlerinde bilim adamı(evet yine adam) filozof ve sanatçılar kalıyor günümüze. (Ha, bir de Leonidas var 300’den, ama o da yağlı kaslarıyla akıllarda)
Sonuç olarak, kategoriler dışında bugünün özetini yapacak olursak; felsefe bilgeliği seviyor, imparatorlukları ve teokrasileri (dini yönetimler) sevmiyor. Çünkü onların toplumlara dayatacakları hazır cevaplar var zaten düzeni koruyan. Yeni sorulara kimsenin ihtiyacı yok böyle ortamlarda.
Neyse bir sonraki bölümde nihayet ulaşabileceğiz galiba zeytin ağaçlarına. Gerçi Temmuz’a geliyoruz, siz çoktan gitmişsinizdir güneye, ama olsun. Felsefe her mevsimde güzel. İyi akşamlar.