Vergillius’u daha yeni uğurlamıştık değil mi o küçük teknesinde, deniz süt liman, karıncalar su içiyordu kenarından. Biraz gidince, yakınlaşınca Plotia’sına, o tanıdık dalgalar batırmak için tekneyi vurmaya başladılar ardı ardına. Ama ben vardım her zamanki gibi teknenin içinde. Denizle savaşmayı bilen, gereğktiğinde volkanın içine atlayacak insan, tek başıma bakıyordum tepemi aşan dalgalara şaşkınca. Bir gariplik vardı, pruvaya ya da en kötü baş omuzluğa alıp üstlerine giderdim hep dalgaların ne kadar büyük olursa olsun, cesaret mi, bilmiyorum belki de delilik ya da sadece kaybetme korkusu teknemi. Ama Vergillius bıraktığında ömrünü bana, hiç bir şey yapamadım bu kez, sadece baktım dört bir yanımdan beni batırmak için saldıran dalgalara. Çaresizdim nedense, bilmiyorum belki Poseidon’u kızdırmıştım da perilerinden birini göndermişti bitirmek için her şeyi. Bilmiyordum, yüzme öğrenmek istemeyen bir çocuk gibi havuzun dibinden çıkabilmek için çaba göstermiyordum hiç. Vergillius Plotia’sına ulaşırken ben uzaklaşıyordum ondan, dibe doğru. Bir problem olmalıydı hayatımda. O zaman gerek de yoktu belki yaşamaya, eğer problem varsa. Suyun altından son kez yıldızlara baktım , Orion’un kemeri hiç olmadığı kadar netti. Belki başka bir ömürde diye fısıldadım dalgalara, durulmuşlardı ama benim yukarıya çıkacak gücüm yoktu ne yazık ki. Bıraktım kendimi karanlığa.
