Saçma Sapan Şeyler – Öykü Dünyamız

Bilen bilir Foucalt Sarkacı’nda Belbo’nun çalıştığı yayınevinin ana geçim kaynağı yazar söğüşlemektir. Özellikle belli bir yaşı geçmiş, yeni yetme yazarların hayallerini gerçekleştiren Manuzio Yayınevi ile  prestijli kitaplar basan ünlü Garamond yayınevinin sahibi aynı kişidir. Daha sonra  kendisinden milyonlarca şey öğreneceğim Eco’nun ilk katkılarından birisiydi bu bana.  Lise döneminde uzaktım tabii böyle şeylere. Sonra biz büyüdük ve kirlendi dünya haliyle.

Günümüzde ülkemizde de bolca bulacağınız bir yayınevi türü bu. İnternette parayla kitap bastırma diye aratırsanız sizin için optimize edilmiş hazır paketleri de görebilirsiniz. Açıkçası ben bunların yayıncılık dünyasının dürüst tüccarları olduğunu düşünüyorum . Bir arza cevap veriyorlar sonuçta, açık açık yapıyorlar işlerini. Belbo ve Casaubon gibi hayallere cevap veriyorlar. Kitap satmıyor zaten , bir iki sitede görülüyor, eşe dosta dağıtılıyor. Yeterli zaten yazan için çoğunlukla.

Bazı küçük yayınevleri de yapıyor bunu bazen, kitabın masrafını alıp basıyorlar, bu da normal yazar için bu piyasa ortamlarında. Bazı bildik yazarlarımızın ilk kitaplarını kendileri bastırdıkları bilinmekte zaten.

Bu anlattıklarım direkt olarak bağlamıyor beni, saçma şeyler yazıyorum çünkü ben. Hem isteyen istediği şekilde bastırabilir kitabını gözümüze sokmadıkları sürece. Derdimiz öykü, şu ana kadar anlamış olduğunuzu varsaydığım üzere. Peki öykü camiasında nasıl yürüyor bu işler?

Parayla kitap bastırma var tabii, romana göre azınlıkta kalsa da. Ama öykü pastasının (eğer öyle bir pasta varsa) önemli kısmını atölyeler yiyor öykücülükte.  Köşe başları tutulmuş genellikle. Yayınevinde söz sahibi kişiler , aynı zamanda dergilerin genel yayın yönetmeni, aynı zamanda öykü yarışmaları jürileri, aynı zamanda atölye sahipleri. Milletvekili ya da bakan olduğun zaman çalıştığın şirketten istifa etme olayı edebiyat camiasında yok anladığım kadarıyla.

Peki bu öykü atölyelerine niye katılıyor insanlar, yani bu kadar çok insan var mı yazmak isteyen gerçekten?

Sait Faik’in İstanbul’u çok geride kaldı artık , Çiçek Pasajındaki tüm masalar bir şeyler yazmaya çalışanlarla dolu. Ve onlar gibi milyonlarcası şu anda benim yaptığım gibi iyi kötü bir şeyler yazmaya çalışıyor. Niye demeyin, bu dönemin ruhu da bu herhalde.

Herkes bir şeyler yazmaya çalışıyor ve yazdığına öykü diyor -kısaysa öykü olması gerek değil mi?. Genellikle okumadan yazmaya başlayan bu güruh nedeniyle ortalık binlerce kurgusuz, dili bozuk yazıyla doluyor haliyle.

Burada devreye yayınevleri ve eski yazarlar giriyor çoğunlukla. Düzeltmek onların yaşam tarzı zaten. Madem böyle bir talep var, arz ediyorlar kendilerini.

Potansiyel var mı, elbette var, o kadar insandan, tek tük de olsa, cevher çıkmaması düşünülemez. Ama bu kalabalık içerisinde başka bir potansiyel görüyor bahsettiğimiz kişiler.  Atölyelerini kurup işlemeye başlıyorlar yeni müritlerini.

Peki bu çark nasıl dönüyor genelde. A diyelim atölye sahibi yazarımıza, B de yayın yönetmeni + yayınevi ortağı olsun mesela. A atölyesine alıyor genç dimağları belli bir ücret karşılığı. C,D,E,F diyelim bu arkadaşlara. Dört beş ay geçiyor, bu genç dimağların öyküleri yavaş yavaş B’nin dergisinde çıkmaya başlıyor. Benzer öyküler çoğunlukla, aynı atölyeden çıktıkları için. Birkaç ay daha geçiyor, bu ekipten C mesela sivriliyor, genelde göze de hitap eden bir kadın yazar oluyor bu.  Benzer kurgular, benzer öykülerle bir kitap basılıyor B’nin yayınevinden.  İmza günleri, anlaşmalı haberler diğer dergilerde, röportajlar- ki çoğu bir şey ifade etmeyecek sorularla dolu- vb. faaliyetler hem C’yi göz önüne çıkarıyor, hem de atölyeyi talep edilir kılıyor. Bir yıl kadar sonra B   yayınevinin  geleneksel öykü yarışmasını yapıyor ünlü bir yazarımızın adıyla.  Jüri ekibinin başında haliyle B var.  Emektar bir yazara başarı ödülü veriliyor. O da ne? Genç yetenek C’de ilk kitabıyla ödül almış. Bundan sonra C ödüllü yazar C olarak tanınmaya başlıyor. Atölye devam ediyor yeni C’ler geliyor Bizim eski C’de, ödüllü yazar C, atölyede “Öykü nasıl yazılır?”ı anlatmaya başlıyor ve biz birbirinin aynısı binlerce öykü okuyoruz.

Ne kötü yanı var bunun , alan memnun , okuyan memnun. Satan, satan yok zaten , ayıp çağdaş Türk edebiyatının temel direklerine satan demek.

Yukarıda bahsettiğim tüm insanlar farkında ki , öykü dergilerini okuyanlar da , öykü kitaplarını alanlar da bir gün kendi öykülerinin de oralarda olacağını hayal eden insanlar. Yani aslında sınırlı bir pasta bu öykü pastası, elit insanların Nilgün Bodur gibileri hor gördüğü bir çevrim.

Sorun ne peki?  Bu böyle devam ettiği sürece Türk öykücülüğünün gelişme şansı yok. Dediğim gibi alan memnun, satan memnun

Ne tavsiye etmem gerekiyor peki, saçma birisi olarak, öykücülüğün baharındaki genç dimağlara? “Manyak mısınız? Adamlar her istediğinizi veriyor, başlayın hemen atölyelere” gibi faydacı bi yaklaşım olmayacak benimkisi. Ana fikri yıllar önce bir düşünürümüz zaten söylemiş. “Başkası olma, kendin ol.” Günümüzde geçer akçe, özgünlük. Evet , dilinizi düzelteceğinizi ya da bazı temel kuralları öğreneceğinizi düşünüyorsanız katılın o atölyelere. Ama okuyun önce bolca, okumadan düzgün bir şeyler yazmak mümkün değil. Dili düzeltmenin ya da hayal gücünüzü geliştirmenin en iyi yolu okumak.

Unutmayın, sizi asıl kurtaracak olan kitaplardır. Okumadan yazamazsınız.

Aforizmalar da eklendiğine göre yazının sonu gelmiş. Hayatınızın bu öykülü, saçma döneminde başarılar.

Not: Yukarıdaki yazının gerek kişi ve kurumlarla hiçbir bağlantısı yoktur. Benzerlikler yazarın hayal gücünün fazla mesaisinden başka bir şey değildir.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s