Merhabalar, Ulysses yolculuğumuzda 11. Bölüme hoş geldiniz. Çoğu insanın bildiği “Sirenler” bu bölümün ismi. Hani şu şarkılarıyla insanları büyüleyip felakete sürükleyen sirenler. Lotus Yiyenler gibi birçok filmde kullanılmış bu tema da, insanlar müziğin çekiciliğine dayanamıyor fazla.

Odysseia’ya geçelim. Hatırlarsınız Kirke sirenler hakkında da tüyo vermişti Odysseus’a. Çığlıklarıyla kıyılarına yaklaşan gemileri kayalıklara çeken bu kanatlı yaratıklardan (Harpy de deniyor, FRP oynayan varsa bir fikri vardır) korunmak için tüm mürettebatının kulaklarını balmumu ile kapatması gerektiğini öğrenir Odysseus. Ama bu güzel şarkıdan mahrum kalmak istemediği için tayfalarına kendisini en yüksek direğin tepesine bağlamalarını ve ne sebeple olursa olsun rotadan çıkmamalarını söyler. Böylece ekibimiz herhangi bir zarar görmeden bu zorlu bölgeden de geçerler. Odysseus da bu şarkıyı duyup yaşamayı başaran ilk insan olur.
Gilbert ve Lineti Şemaları:
Zaman: 16:00
Sahne: Konser Salonu ( Ormond Oteli Restoran ve Barı)
Organ: Kulak
Sanat: Müzik
Renk: Mercan Kırmızısı
Simge: Barmaid’ler
Teknik: Fuga per canonem (Kurallara göre füg)
Anlam: Tatlı aldatma
Evet, tahmin edileceği gibi bölümün temi müzik. Özel olarak füg şeklinde yazılmış. Füg klasik müzikte bir besteleme tekniği, uzun uzun anlatabilirim ama müzik altyapınız yoksa anlayamayabilirsiniz benim gibi. En azından şu videoyu seyredip ufak bir fikir edinebilirsiniz füg ve bölümde kullanılan teknikler hakkında.

Daha Sirenler’in en başında diğerlerinden farklı bir bölüm olduğunu anlıyorsunuz bu bölümün. 60 satırlık karmaşık, uydurulmuş , kesilmiş anlamsız, anlamlı kelimelerle dolu şiirvari bir girişle karşılaşıyoruz ilk iki sayfada. Buranın sebebi için birkaç ayrı görüş var, ama bunlardan öne çıkan ikisi; bunun füg’un ana konusu, ya da bir çeşit giriş/üvertür (yukarıdaki videoda subject denilen ve bir çok yerde tekrarlanan tema) veya bir orkestranın eserini icra etmeden önce yaptığı ısınma hareketlerini iççeren bir kakafoni olduğu . Ne olursa olsun bu 60 satırda bölümün içinde olan bir çok şeye gönderme geçiyor bir şekilde. Ama bölümü okumadan bir ifade etmiyor tabii bunlar. Yani bir nevi sonradan “haa” deyip geriye dönmek için yapılmış sanki yine. Buradan dileyebilirsiniz giriş bölümünü
Zaten baştan beri Ulysses’i bir kaynak kitap olmadan okumayın demem bu yüzden, kimse (belki Joyce bile) bu kitabın her şeyini anlayabilecek yetkinliğe sahip değil sadece metni okuyarak. Felsefe konusunda lisans yapmış bir İngiliz Dil profesörü belki %70-80’lere kadar çıkabilir ama biz (tercümeye bağımlı insanlar) %10’u geçemiyoruz genelde.
Bunun dışında tıpkı bir önceki bölümde olduğu gibi barın dışından interpolasyonlar mevcut bu bölümde de. Başta Bloom ve Boylan’ın hareketleri anlatılıyor birkaç cümle ya da tek kelimede aralarda. Zor fark ediliyor. Sonlara doğru (Blaze çıktıktan sonra yine onunla ve bir tık sesiyle devam ediyor bu girdiler. Bir nevi müziğin temposunu ayarlıyor bu sesler. Ama çok karışık, evet:)

60 satırlık ısınmadan sonra başlıyoruz bölümümüze. Ormond otelinin barındayız . İki Barmaid- muhtemel sirenlerimiz- Bronz (Bn.Douce) ve Altın (Bn. Kennedy) süvari alayını seyrediyorlar camdan. Evet, bu bölüm diğerlerinin aksine bir öneki bölüm ile bağlantılı bir şekilde. Kendileri arasında konuşuyorlar alaydan ve bir çok şeyden bu iki alımlı hanım. Bu esnada Bloom’a da şahit oluyoruz o bahsettiğim interpolasyonların birinde. Dükkanlar arasında ilerleyerek yaklaşıyor konumuza.
Karışık olan sadece bu değil. Füg’ün yapısı gereği bolca kelime, anlatım tekrarları da var bu bölümde. Diğer bölümlerden alışmıştık buna bir parça gerçi., ama bölüm içinde müzik başlayınca (Birkaç tane şarkı söyleniyor) anlatım da (bilinç akışı olsun, anlatıcı olsun) bir acayipleşiyor, müziğe uyum sağlamaya çalışıyor sanki. Onomatopya deniliyormuş galiba buna. Bir sanat eserini (resim ya da müzik) kelimelerle anlatma tarzına. (Daha önce beceriksizce yapılmaya çalışılmış bir örnek ) Müziğe göre şekillenen bu kısımlar, olayın içine girilebilirse eğer, gerçekten etkili oluyor okur için. Ama daha önce söylediğim gibi tercüme kısmı buralarda da yolumuzu kapıyor bir parça.
Bu bölümde (belki geçen bölümde de biraz), anlatıcının farklılaştığını görüyoruz artık. Hayır bilinç akışlarından bahsetmiyorum, karaktere göre şekillenen anlatıcıdan da. 3tş tanrı anlatıcı gidiyor, gerçek bir ayarlamacı (arranger) anlatıcı geliyor, Bu anlatıcı kitabın başından sonuna her şeye hakim , istediği gibi şekillendiriyor sahneleri. Kendini bilen ve oyuncu bir anlatıcı var buralarda. Mesela kızlar yaşlı bir düzenbazın iticiliğinden bahsederken “Ya Bloom?” diye araya girebiliyor. Ya da adamın pörtlek gözlerinden bahsederken aniden “Bloowho’nun karagözleri” başka bir şeyi okuyabiliyor. Yani anlatıcılıktan çıkıp bir nevi kitabın her şeye kadir kahramanı oluyor bir şekilde. Tam anlatamamış olabilirim ama okurken bir şeyler fark edersiniz eminim. İlerleyen bölümlerde daha da artıyormuş anlatıcının etkisi, göreceğiz.

Sahnemiz hakkında da biraz bilgi vereyim isterseniz. Otelin alt katı iki kısma ayrılmış durumda restoran kısmı ve bar kısmı. Arada geniş bir geçiş var. Bar kısmında bir piyano ve bir sahne mevcut. Zamanında Dublin’in amatör müzisyenlerinin uğrak yeriymiş bu salon.
Neyse devam edelim. Bloom dükkanların önünden geçiyor kafasında düşünceler, Stephen’ı da düşünüyor arada kitaptaki Raoul’u da. Saat 4’de Blazes Boylan’la karısının buluşacağı düşüncesi bir şekilde içini yiyor, ama Molly’nin 3 ay sonraki doğum günü için de iç çamaşırı almayı düşünmekten geri kalmıyor.
Ormond’da barmaidler erotik şakalar yaparak gülüşüyorlar. Simon Dedalus bara giriyor ve Bronz’la biraz cilveleşiyor. Bu arada “Jingle” giriyor metine. Boyle’un faytonu/ çıkardığı ses olarak anlaşılabilecek bu kelime bölümün sonuna dek kendisiyle özdeşleşiyor. Lenehan bara girip Altın’a asılmaya çalışıyor, yüz bulamayınca Simon’la konuşuyor biraz. Piyanonun bu sabah kör bir tamirci tarafından akort edildiğini öğreniyoruz ve bu tamircinin geçen bölümlerdeki kör adam olduğunu anlıyoruz bir şekilde.

Bloom sabahki mektuba cevap vermek için kağıt almaya bir dükkana girdiğinde, acıktığını da fark ediyor. Yemek yiyeceği yerleri düşünürken Boylan’ı üçüncü kez görüyor kahramanımız. Saat 4 ve adam Ormond’a giriyor. Diğer karşılaşmalarının aksine yürek yemiş Bloom da yollanıyor otele doğru.
Dedalus piyanonun başına geçip “Goodbye sweatheart”ı söylemeye başlıyor. Metin de şarkıyla eğilip bükülüyor. Kahraman fatih giriyor içeri, herkesin sevgilisi Blaze Boylan. Hem Bronz hem Altın içine düşecek adamın neredeyse.
Fethedilmemiş kahraman ise dışarda Richie Goulding (Stephen’ın dayısı) ile karşılaşıyor ve birlikte restoran kısmına giriyorlar yemek için. İyi bir kamuflaj. Bloom herkesi görebilecek bir masaya oturuyor.
Lenehan’la kısa bir süre oturan Boylan kızlarla flörtleştikten sonra çıkıyor Molly için, iki kız da hüzünlü bir halde bakıyorlar arkasından. Lenehan da ulaşamamış amacına tam. (Gerçi Bronza çanı çaldırmış bir şekilde) Başka bir hüzünlü daha var, çın sesiyle Bloom da Joyce’un deyişiyle “Sessiz, mavirenkli çiçeklere doğru hafif, ağlamaklı bir nefes veriyor (light sob of breath Bloom sighed on the silent bluehued flowers)“
Boylan çıkarken Peder Cowley ile bas varilton Ben Dollard da giriyor bara. Simon’la aralarında Bloom ve Molly’yi içeren bir muhabbet dönüyor Bloom’un orada olduğundan habersiz. İnterpolasyonlar da Boylan’dan geliyor artık Jingle ibaresiyle. Geri döndüğümüzde yukarıdaki muhabbet tekrar ediliyor ama Bloom’un açısından.
Şarkılar devam ediyor , Cowley de Ben de eğlenceli adamlar. Cowley piyanoya oturuyor ve istek alan M’appari ‘yi söylemeye başlıyor Simon “Martha” operasından. Bundan sonrası iyice karışıyor. Simon’ın , Bloom’un bilinç akışları , şarkı ile metnin uyumu , isim karışımları, operanın konusu ile normal hayat göndermeleri bolca. Üç sayfa sürüyor bu şarkının anlatımı, sözler ve melodiye uyan takdire değer bir çalışma. Şarkını orijinal versiyonu burada, kitaptaki İngilizce tabii.
Şarkı esnasında; bir Boylan’la buluşmak üzere olan Molly’e, bir Martha’ya gidiyor Bloom’un zihni. Bir çok farklı şeyden sonra kısa ama yaramaz bir cevap yazıyor kadına. Şarkı bittikten sonra da kalkmaya yelteniyor. Martin Cunningham ile Barney Kiernan’nın pabında buluşacak Bu arada başka bir girdide Blaze’in Eccles caddesine girdiğini görüyoruz.Birazdan bu çınlama yerini tık sesine bırakacak. Kör akorçumuzun unuttuğu metronomunu almaya otele dönmekte olduğunu fark edeceğiz onlarca tok sonra da.
Kalkamıyor tabii hemen, bir yandan Goulding, diğer yandan şarkılar, bir de Bronz’un kederli görüntüsü biraz daha tutuyor Bloom’u. Genel istek üzerine Ben Dollard klasik irlanda şarkısı “Croppy Boy”u söylemeye kalkıyor. Zihinler ve kelimeler yine şekilleniyor. Milliyetçi genç bir İrlandalıya, papaz kılığına girerek suçunu itiraf ettirip öldüren bir İngiliz askerini konu alan bu baladın sözleriyle Bloom’un bilinci beraber akmaya başlıyor.

Ama zaman kısıtlı, mektup da atılacak, kendini tutan sirenlerden kaçıyor Bloom ve dışarı çıkıyor şarkının sonlarına doğru. Midesi bozuk postsını göndermeye çalışıyor. O da ne, Bloom’un bekaretini bıraktığı fahişe karşıdan geçiyor. Bir vitrininin önünde kamufle oluyor Bloom. Ormond’da şarkı bitiyor, ortalık inliyor alkıştan. Bloom’dan gelen sesler bitmiyor ama, kadını atlatmanın verdiği rahatlama ve geçen tramvayın gürültüsü ile birlikte Bloom bu müzikal bölüme gösterişli bir nokta koyuyor.
Kitabın ikinci yarısından itibaren Joyce bizi daha fazla zorlamaya başladı, Sirenler adeta bunun bir göstergesi. Burada kısaca bölüm hakkında bilgi verdim ama kitapta çok daha fazlasını bulacaksınız emin olun. Göndermelerin büyük bir kısmı da müzikle ilgili. Biz de müzikle bitirelim daha önce olduğu gibi. 12.bölüm Kiklops ya da Tepegöz’de görüşmek üzere.
[…] BÖLÜM – SKYLLA VE KHARYBDİSONUNCU BÖLÜM-WANDERİNG ROCKSON BİRİNCİ BÖLÜM-SİRENLERON İKİNCİ BÖLÜM-KİKLOPLARON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM – NAUSİKAAON DÖRDÜNCÜ […]
BeğenBeğen
Onomatopya ‘nın ne olduğunu öğrenince aklıma Kur’an’daki Tebbet süresi geldi, güzel bir örnek bence…süreyi dinlerken birbirine çarpan odun seslerinin musikisi geliyor kulağa…
BeğenBeğen
Tabii, çeşitli yazılarda benzer şeylerle karşılaşabiliyoruz. Nas ve Tebbet surelerinde de söylediğiniz gibiyse (İsimleri de andırıyor zaten fısıltıyla odun sesini) onomatopyaya rastlanıyor. Zaten Kur’anın edebi olarak oldukça güzel bir eser olduğu söylenir hep.
BeğenBeğen
Onomatopya deyince Kur’an’da geçen Nas suresi ni de örnek vermezsem eksik orneklendirmis olabilirim, burada da fısıltı seslerini çok net duyarız…
BeğenBeğen