Demek Aeneis’i de okuyacaksın- Kitap 1

Merhabalar tekrar, Aeneis’in ilk kitabına başlıyoruz artık. Anlamadığım Latincesi ve İngilizcesi var elimde, Jaguar yayınlarından çıkan basımı da sipariş ettim, o da ulaşınca birlikte devam ederim kitaba. Ama şimdilik orijinal Latince versiyonunu kullanıyorum dizelere referans verirken. O kadar da önemli değil aslında. Sonuçta bu da bir hikâye diğer kutsal metinler gibi, oldukça ilgi çekici bir hikâye hatta. Her çevirinin orijinalden bir parça saptığını düşünürsek en azından içeriğinin zevkini çıkarmanızı tavsiye ediyorum ben.

Vegilius Aeneis’e “Arma virumque canō” cümlesiyle başlıyor, savaşları ve bir kahramanın şarkısını söylüyor yani girişte bahsettiğimiz gibi. Böylece ilk yedi dizede bu büyük şiiri neden yazdığını anlatıyor. Mücadeleler, savaşlar ve elbette kaderin oyunları sonucunda Truva’dan İtalya’ya geçen Aeneas Lavinıum’u kurarak büyük Romanın temellerini atıyor.

Mücadele dedik bu hem insanlara hem de tanrılara karşı veriliyor tabii, burada Vergilius ilham perisine soruyor, Aeneas’ın hayatını zorlaştıran tanrıça belli, cennetin kraliçesi Juno (Hera) ama neden, ne işi olabilir ki böyle yüce bir tanrının Truva’nın bu mağdur ve mümin prensiyle?

Juno

İlk kitabın 33.dizesine kadar bu öfkenin nedeni anlatılıyor. İki nedeni var Muse’a göre bunun. İlk önce Juno’nun en sevdiği şehir olan Kartaca var  (Truva savaşından yaklaşık 400 yıl sonra kurulduğu gerçeğini görmezden gelmemiz gerekiyor bu uygarlığın Aeneis boyunca:)  Yıllar sonra Hannibal’in o fillerine rağmen Scipio’nun yönettiği Roma ordusu tarafından yenilerek yıkıma gidecek olan şehir. Tanrıça olduğu için şehrin Truvalılar tarafından yıkılacağını önceden seçebiliyor tabii. (Romalıların Truvalılardan geleceğini söylemiş miydim daha önce:)

Jüpiter ve Ganymede

Diğer mesele ise elmayı Juno yerine Venüs’e veren Paris, o da Truvalıydı hatırlarsınız. Savaş da onun yüzünden başlamıştı zaten. Hem bunların ataları Dardanos var Juno’nun Elektra’dan olan oğlu.  Üstelik bir de Jupiter’in kupa taşıyıcısı yaptığı o güzel Ganymede var, o da Truvalıydı galiba. Yani yatacak yeri yok bu milletin Juno’nun gözünde. Biz de bunları öğrendikten sonra ona hak vererek devam ediyoruz okumaya.

Biz bunlarla oylanırken yedi yıl geçmiş, Aeneas ve adamları Sicilya’ya ulaşmışlar bir şekilde. İtalya’ya doğru yelken açıyorlar. “Ee hani savaş daha bitmemişti” diyenleri duyar gibiyim. O kısımları Vergilius 2.ve 3. Kitaplarda flashback sahneleriyle hallediyor, yani Truva’nın makus sonundan mahrum etmeyeceğiz sizleri.

Aeneas’ın yolculuğu

49. dizeye kadar Juno’nun monoloğunu dinliyoruz bir şekilde. Bir şey yapıp engel olmak istiyor bu gemilere. Minerva’yı (Athena) hatırlıyor Ajax için gemileri yakan (Jüpiter dışında yıldırım kullanabilen bir o var ama) Kendisi de güçlü ama, benzer bir eylemde bulunabilir belki- buralarda hafif bir güvensizlik hissediliyor gerçi. Ama sonra  Odysseia’dan hatırladığımız eski dostumuz, rüzgarların tanrısı Aiolos’u bir fırtına göndermesi için ikna ediyor. 80.mısraya kadar içinde bir peri eş (Sea Nymph- Deiopea) de olan bu ikna çabalarını, 123’e kadar da fırtınanın ayrıntılarını takip ediyoruz. Aiolos’un “İstekleriniz benim için bir emirdir” cevabından sonra gemilerin büyük bir kısmı sulara gömülüyor. Burada Aeneas’ın kendisiyle hesaplaşmasını da görüyoruz. Savaşta kahramanca ölen Aşil ya da Hektor’un kendisinden çok daha fazla kutsanmış olduğunu düşünüyor kahramanımız, tanrılara yakararak.

Daha önce Odysseia’ya çektirdikleri ile bildiğimiz Neptun (Poseidon) giriyor devreye  Aeneas’ın haykırışlarını duyunca, her şeye kıllanan tanrımız bu kez de kendi sorumluluk sahasına giren Juno ve Aeolus’a kıllanıyor ve 156’ncı mısraya kadar sinirli bir halkı yatıştıran bir politikacı gibi ( Augustus mesela:) suları rahatlatıyor ve kalan gemileri güvenle yakınlardaki Kartaca’ya ulaştırıyor.

Kalan yedi gemiyle Libya yakınlarında karaya çıkıyorlar. Achates ateş yakıyor ve Aeneas yüksek bir yere çıkıp kurtulan başka adamı var mı diye bakıyor denize. Bu arada yedi geyik (her gemiye bir tane) avlıyor adamları için- gerçek bir lider. Geyikleri bölüştürüyor ve adamlarına motive edici bir konuşma yapıyor, biz de anlıyoruz ki Odysseus’unki gibi bir yolculuk geçmiş başlarından içinde kiklopsların da olduğu. Ziyafet çekiliyor, masalar kaldırılıyor ve kaybettikleri yoldaşlar anılıyor. Gün bitiyor.

Bu arada yukarıda cennette Venüs ve Jüpiter olanları izliyor. 296. Mısraya kadar onlarla beraberiz. Güzellik ve aşk tanrıçamız, Paris’in elmayı verdiği kadın, Aeneas’ın annesi (yoksa daha önce söylememiş miydim) Venüs,  Truvalılara karşı yapılan bu zulümden rahatsız.  Truvalılar’ın bu çilesi hiç sona erecek mi diye soruyor Jüpiter’e. Jüpiter (Zeus’un hiç olamadığı kadar babacan bir tavırla:) Aeneas’ın kaderini  açıklıyor Venüs’e. (Sanılanın aksine kimse spoiler verdi diye küfretmiyor Tanrıların Kralına) İtalya’ya gidip Lavinium’u bulacak kahramanımız. Ama ilk önce yerli halkla mücadele edecek. Sonra üç yıl yönetecek buraya , daha sonra da oğlu Ascanius 30 yıl hükmedecek topraklara. 300 yul sonra ise Mars ve ölümlü bir rahibenin oğulları Remus ve Romulus doğacaklar, Romulus da sonsuza kadar sürecek Roma’yı kuracak. Juno bile bundan sonra fikrini değiştirip Roma’nın yanında olacak. Sonunda başka bir Truvalı, Augustus Julius Sezar savaşın kapılarını kapatıp anlaşmazlıkları 100 düğümle bağlayacak ve barış hüküm sürecek. Olacaklar belli demek ki. Ama ne kadar kolay ya da zor olacağı konusunda bir şey söylemiyor Jüpiter. Göreceğiz bakalım.

Jupiter bunları söyledikten sonra 304.satıra kadar tanrıların habercisi Mercury’i, Truvalıları iyi karşılamasını söylemek için Kartaca Kraliçesi Dido’ya gönderiyor.

Aeneas sağ kolu Achetes ile etrafı araştırmakla meşgul bu esnada. Çalılıklar arasında  (Diana’ya çok benzeyen) Kartacalı bakire bir avcıyla karşılaşıyorlar. Bu kadın, kılık değiştirmiş Venüs’ten başkası değil elbette. Kısa bir tanışma faslından sonra Venüs oğluna Bir Tire kolonisi olan Kartaca adında bir şehrin yakınlarında bulunduklarını ve buraya Dido adında bir Fenikelinin yönettiğini söylüyor. Açgözlü kardeşi Tire kralı Pygmalion (Bernard Shaw’dan hatırlayabilirsiniz:) kocası Sychaeus’u öldürmüş. Dido da olanları kocasının hayaletinden öğrendikten sonra (Hamlet:) arkadşlarıyla birlikte buraya kaçıp Kartacayı kurmuşlar. “Her şeye hükmeden bir kadın” yani. Tam Aeneas’a göre. İlerde öğreneceğimiz gibi o da eşini savaşta kaybetmiş. O da yeni bir ülke kurmak için anavatanını terk etmiş. Dido’nun sarayına gitmelerini tavsiye ediyor onlara Venüs.

Peki siz ne arıyorsunuz kıyılarımızda, diye sorunca annesi, Aeneas çözülüyor. Tüm o başına gelen kötü şeyleri, kaybettiği yoldaşlarını ağlamaklı gözlerle ve umutsuz bir şekilde anlatıyor. Oğlunun üzülmesine dayanamayan Venüs onu durduruyor ve kaybolan tüm gemilerin ve arkadaşlarının emniyetli bir şekilde Kartaca limanına geldiklerini söylüyor. Arkasını dönüp uzaklaşırken ışıl ışıl ensesinden, yerlere kadar uzanan dağınık saçından, yaydığı harika kokulardan ve o zarif yürüyüşünden Aşk Tanrıçasını tanıyor Aeneas. Sen de mi Brutus, modunda sitem ediyor ama söylediklerini de uyguluyor. Venüs de onları gizemli bir sisin arasına saklıyor.

Aeneas ve Achates şehri görebilecekleri bir tepeye kadar ilerliyorlar. Buradan şehrin ahengini, mutlu ve çalışkan halkını görünce hayranlık duyuyor Aeneas. Görünmeden şehirdeki büyük Juno tapınağına gidiyorlar. Tapınağın duvarlarında Truva savaşından kabartmalar gören Aeneas duygulanıyor, dünyanın bu ucunda Aşil’i, Hektor’u, Priam’ı görmek, bu insanların onun hikayesini bildiğini onunla empati kurabildiğini hissetmek garip duygulara sokuyor kahramanımızı.

Dido sahneye (burada tapınak) dalıyor bu anda yanında kurtulan Truvalılarla. Sadece güzel değil  aynı zamanda becerikli bir yönetici. Bizimkiler halen gizli hatırlarsınız. Boğulduklarını sandığı arkadaşlarını görünce afallıyor haliyle kahramanımız. Dido amaçlarını sorunca Ilioneus barış yanlısı olduklarını liderleri Aeneas’ı kaybettiklerini, gemilerini tanire yardımcı olup onu bulmaya yardım ederlerse daha fazla rahatsızlık vermeyeceklerini söylüyor, arada Aeneas’ın kahramanlıklarını da atlamıyor. Dido da olanca mütevaziliğiyle, onlara isterlerse toprak da verebileceğini ve Aeneas’ı bulmalarına yardım edeceğini söylüyor.

Ve tam bu esnada Aeneas sürprizini yaparak ortaya çıkıyor. Venüs oğlunu ekstra yakışıklı göstermek için elinden geleni yapmış. Dido’ya teşekkürlerini sunuyor kahramanımız. Dido’da onu kabul ediyor ve ününü bildiğini söylüyor (Buralarda karşılıklı övgü cümleleri var bolca). Daha sonra da sarayına kadar eşlik edip, akşamki ziyafete hazırlanıyor.

Aeneas Achites’i gemilerin oraya gönderip, kraliçe için birkaç hediye getirip ve oğlu Ascanius’u çağırmasını istiyor. Ama işini şansa bırakmayan tanrıçamız yine devrede. Sonuçta Juno var karşısında. Venüs Aeneas’ın oğlunu kendi oğlu Cupid ile değiştiriyor. Böylelikle Cupid hediyeleri getiriyor, Dido onu yanına çağırıyor ve Cupid nefesiyle kadını büyülüyor. Artık Dido aşk denen bu zehir ve ateşle lanetlenmiş durumda. Truvalılar içip eğlenirken , Dido da yanında daha uzun zaman geçirtmek için Aeneas’a hikayesini anlattırıyor. Flashback’in sisiyle biz de birinci kitabı bitiriyoruz 756 mısrada.

Birinci kitapla birlikte Aeneas’ın macerasına tam ortasından dalıyoruz. Kronolojik bir anlatımdansa böyle başlamayı tercih etmiş Vergilius antik çağdaki benzer yazarlar gibi. Odysseia’yı andırıyor bu ilk bölüm. Bir kahraman var yola çıkan, iyi tanrı kötü tanrı klişesi var, kendi arasında tartışan tanrılar var, değişik ülkeler var, taht oyunları var.

Tanrılar dedik , Yunan mitolojisi gibi insanlarla başa baş gidiyor tanrıların da hareketleri. Juno’nun kıskançlığı, Aeolus’un aldığı rüşvet, Venüs’ün oğlunu korumak için yaptığı ayak oyunları hep insansı davranışlar.

Esasen bir sonraki kitapta göreceğiz ama burada da Truva’nın yıkımının (aslında daha çok kendisinin de savaşta şehit düşmüş olmamasının) Aeneas’ın üzerindeki etkisi oldukça yer kaplıyor bu ilk kısımda. Karamsarlığa kapılıyor ara sıra ama böyle durumlarda Vergilius kahramanını yine aydınlığa çıkarıyor hemenNe olursa olsun amacından vaz geçmiyor, Truva halkına yeni bir yuva bulmaya çalışıyor. Aynı zamanda iyi bir baba. Ama her şeye rağmen arada insani yanlarını da göstermesi (karamsarlık, ümitsizlik) böyle bir destan için takdire şayan.

Evet, Aeolus olmak isteyeceğimiz kahraman tıpkı Augustus gibi. İlk bölümde Tanrılarla bağlantısını da koyuyor ortaya imparatorunun Vergilius. Sonsuza kadar sürecek Roma için tanrısal bir soyağacı çiziyor şair.

İlk kitapta Dido’yu da tanıyoruz, Aeneas’ın dişi hali sanki. Geçmişiyle derinleştiriyor bu karakteri. Aeneas ilk karşılaştığında Diana (Artemis) ile karşılaştırıyor onu da. Güzel, adil, soylu, halkı için iyi bir yönetici. Bir ilişkinin kıvılcımları daha ilk kitapta veriliyor (biraz da Venüs’ün katkılarıyla tabii), ama ilerisi biraz karanlık sanki.

Aslında bu kitaptaki dolayısıyla Aeneis’deki her şey Vergilius’un uydurması değil. Daha önceki Yunan ve Roma yazınlarında benzer efsanelere rastlanıyor. Ama Vergilius’un yaptığı bunları zenginleştirerek, edebi bir şahesere dönüştürüp Roma’nın kökenine ulaştırmak. Bunu da oldukça iyi bir şekilde başarmış.

Bu bölümü bitirmeden önce bir şey daha söyleyeyim. Fark edeceğiniz gibi sırf bu birinci kitaba dair bile epey fazla resim var Rönesans ve Barok sanatında. Buraya eklediklerimin en az iki katını ben buldum. İnternette aratırsanız, resimli romanının bile yapabilirsiniz sanki kitabın. İlgi duyanların bir bakmasında fayda var.

Son olarak Ulysses’deki alışkanlığı devam ettirip, bölümleri ilgili-ilgisiz şarkılarla bitirmeyi düşünüyorum. Bu bölümün payına alakasız olanı düştü- Dido/Hunter. Herkese iyi okuma/dinlemeler.

“Demek Aeneis’i de okuyacaksın- Kitap 1” için bir yorum

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s