Dune – Çöl Gezegeni Dune Frank Herbert’in 1965 yılında çıkardığı/tamamladığı kitabı. Bilimkurgunun en prestijli ödüllerinden HUGO’yu 1966’da Amber Günlükleri serisinin yaratıcısı Roger Zelany ile paylaşmış bu kitapla. Tabi burada kalmamış Herbert. İlk önce üçlemeye dönüştürmüş kitabını, sonra 6’ya tamamlamış. 1986’da ölümünden sonra da oğlu Brian Herbert ve Kevin Anderson seriyi devam ettirip para basan bir franchise haline getirmişler. Biz yeni yetmelerin Star Wars’dan aşina olduğumuz bir felsefe bu: bir şey tuttuysa iliğine kadar kurut.
Ama bunlardan bağımsız olarak ilk kitap hakkında konuşacağız bugün. Hayat kendini tek bir seriye adamak için çok kısa.
Dune günümüzde bir bilimkurgu klasiği olarak anılsa da daha çok fantastik kurguya yaklaşan bir kitap. İşin içine din girince her şey biraz fantastikleşiyor herhalde. En başta peygamberimsi özellikler taşıyan Paul Muad’dib olmak üzere bilim kurgunun ötesinde bir çok şey var Dune’da da. Ama Yüzüklerin Efendisi ya da Buz ve Ateşin Şarkısın aksine bilme dayalı birçok şey de var.
Evet bir klasik bu seri/kitap: Asimov’un Vakıf’ı, Clarke’ın Rama’sı ile birlikte tutuluyor . Hatta bu yıl içinde vizyona girecek filmle beraber popüler kültürün de önemli bir unsuru olacağa benziyor Dune. Peki ne yapmış Frank Herbert bu kitapta kendisini fenomen yapacak?
Öncelikle yarattığı evren takdire şayan. Günümüzden 25000 yıl sonra kendi dinamikleri olan bir sistem oluşturmuş. Çeşitli güç odakları, tımarlıklar (fiefdom’u çeviremedim başka türlü), bağımsız gruplar,vb var. Elimizde dünyadan beri oluşturulan bir tarih bile var. (Seriyi okumadığım için orijinal seride var mı, yoksa sonradan mı oluşturulmuş bilmiyorum ama) Öyle bir tarih ki arada makineler in kaybettiği bir cihattan sonra insanların yapay zekayı yasaklaması bile var.
Cihat lafı dikkatinizi çekmiştir. Durun ama önce kitabın isminden bahsedelim. Dune ya da Arrakis bir çöl gezegeni. Buna rağmen mevcut imparatorluk içindeki en değerli gezegen. Nasıl günümüzde Arabistan çöllerindeki petrol ilgili ülkeleri bir parça söz sahibi yapıyorsa Dune’daki “Bahar”da bir nevi uzay gemilerini yürütüyor. (Yakıt değil ama daha karışık:) Bizim yaptığımız bu karşılaştırmayı yazar da yapmış ve kitapta Arapça’dan aparma bir çok kelimeye yer vermiş. Kitabı okurken böyle bazıları bir yerlerden çağrışım yapan , bazıları da hiçbir anlam ifade etmeyen onlarca kelime görüyorsunuz. Neyse ki kitabın sonunda bir sözlük var bütün bu terimler için. Bin bir gece masallarından beri Arap kültürünün batı üzerindeki etkisi düşünüldüğünde mantıklı bir strateji.
Kitabın sonunda iki (pardon üç) ek daha var. Birisi Dune gezegenini bir cennete dönüştürmek için yapılan ekolojik (gezegen bilimmiş doğrusu) bir çalışma. Oldukça detaylı, kitapta da bolca geçiyor konu. Diğer ek de Dune gezegeni yerli halkı Fremen’larının dini hakkında. Bu da oldukça kapsamlı. (Tabii sonra bu dinin de insan eliyle oluştuğunu görüyoruz:) Üçüncü ekte sadece karakterle ilgili kısa özgeçmişler var. Yani Frank Herbert sadece bir şey yaratmamış, yarattığı şeyi bilimsel ve felsefi olarak desteklemek için oldukça uğraşmış.
Evet, başka ne var. George R.R. Martinvari politik oyunlar, hile ve entrika var. Yapay zeka ve bilgisayar olmayınca Mentat diye insan bilgisayarlar türemiş. Bunlar satranç oynar gibi yedi sekiz hamle ötesini düşünebiliyor her şeyin. Kafaları süper çalışan bir de Rahibe birliği var dinler inşa edip genetik bir düzen oluşturmaya çalışan. Süper askerler var, o süper askerleri yenen çöl insanları var. Herkesi yenen her şeyi bilen Paul Muad’dib var bir de.
Neyse biraz da sevmediğim şeylerden bahsedeyim kitap hakkında. Frank Herbert bazı şeylerde çok fazla ayrıntıya girmiş bazı şeyleri ise çok basit tutmuş gibi geldi bana kitap boyunca. Başta Paul olmak üzere bir çok karakter kendi içine dönüyor kitap boyunca. Sürekli bir takım sorular beyinlerde dolaşıyor. Zaten yazar konuşma ile düşünceyi benzer bir şekilde kullanmış kitapta. Karakterlerin düşünceleri italik bir şekilde yazılmış birinci tekil şahıstan. Çok fazla sırıtmasa da biraz rahatsız edici buldum ben bu yazım tekniğini. Ama 1984 tarihli filmde David Lynch de aynı yöntemi kullanmış. Zaten diğer bir çok şey de eklenince (O acayip dev solucanlar) ( A , evet, Dune serisinin alamet-i farikasını söylemeyi unuttum: dev solucanlar:) film batmış. Bir de çekilemeyen Jodorowsky versiyonu var ki belgeseli bile yapılmış.
Neyse ana olaylardan çok geçişlere önem verilmiş gibi geldi bana. Bir de Paul’ün felsefik çözümlemeleri -çok zorlamış sanki Frank Herbert. Tabii ana karakterimiz de var göze batan. Yazar hiçbir film/romanda olamayacak kadar güçlü bir karakter yaratmış, Adam Peygamber- geçmiş, şimdi ve geleceği aynı anda yaşıyor, dükün oğlu/dük/imparator, o dediğim insan bilgisayarlardan. Bir de dövüşte imparatorluğun en güçlü askerlerini kolaylıkla yenen Fremen savaşçılarını bile kolaylıkla yeniyor. Aynı zamanda merhametli, iyi kalpli, var işte daha bir çok şey. Neyse ki ikinci kitapta biraz daha rahatlamış sanki karakterimiz.
Karakter derken karakterlerle de iyi olsun kötü olsun empati kuramadım fazla. İlk kitap için konuşursak fazla bir derinlik verememiş gibi geldi bana. Ya da uğraşmamış vermek için. Olaylar dışında kitabın büyük bir kısmında Paul ile annesinin içe dönüşlerini görüyoruz. Bir de Paul hakkındaki epigrafları.
Yeterince kötülediysem kitabı, şimdi de neden okumanız gerektiğini söyleyerek bitirebilirim belki. En başta söylediğim gibi bu seri de Yüzüklerin Efendisi gibi bir BK/Fantezi Klasiği. Gerçekten kült olmuş bir kitap. Belki sizi hayretler içinde bırakacak çok şey yok ama bunun tek sebebi başta George Lucas olmak üzere bir çok insanın seriden etkilenmesi ve yıllar içinde yarattıkları eserlerinde Dune’dan bolca faydalanmaları. Kitabın ruhuna girebilirseniz bırakmak istemeyeceksiniz zaten. Ya da benim gibi bu ilk kitap biraz boş geldi, kullanılmayan epey öğe var, daha neler çıkar bunlardan diyerek serinin kalan kitaplarına da göz atmak istersiniz en kötü.
Uzun lafın kısası okuyun efendim, siz okumasanız da o sizi bir yerlerde bulacaktır eninde sonunda.