(Benim Gibi ) Aptallar İçin Kolay Felsefe – 103 – Sokrates Öncesi Filozoflar (ÖA Serisi)

Sanki ciddi ciddi giriştik bu işe ha, yani başlıktan öyle anlaşılıyor galiba. Sokrates öncesi filozoflar deyince heyecanlanıyor insan biraz. Harbiden artık gidebileceğiz galiba güneye değil mi?

Değil daha, bir iki şeye cevap vereyim önce. Sümer,Babil, Mısır vb. de felsefi düşüncenin önemsenmeyecek kadar az olduğundan bahsetmiştim. Ama elbette din hep vardı ve din de doğası gereği metafiziğin inceleme konusu. Yani dinle ilgili duymuş olacağınız her şey bir parça düşüncenin bir parça da felsefenin içinde var. Ama bu seride dinlerin düşünce tarzlarını, doğrularını, yanlışlarını, tarihlerini, iyilerini, kötülerini kendi bakış açıma göre yorumlamaya gerek olmadığını düşünüyorum.

Gene de kısa kısa girebiliriz diye düşündüm belki Hinduizm – Budizm içindeki felsefik görüşlere, İslam felsefesine, skolastik felsefeye. Yani batı uygarlığı dedik diye tüm doğuyu dışlayacak değilim, değil mi? Ama önce, kaç haftadır salladığımız güney turu.

Sokrates (Sokrat mı yoksa, hangisi doğru? Bunlara kendi konusuna gelince bakarız artık) öncesi diye bir kavram olduğuna göre felsefede bir yeri var adamın anlayabildiğiniz gibi. Ama dediğim gibi bunların hepsini kendi kısmında konuşuruz. Şimdi Eski Yunan dendiğinde kronolojik sırayla akla gelen ilk isimlerle başlayalım. Hatta bilumum yerlerde bunlara doğa filozofları deniyor (Her şeyi doğada bulunan bir şeylere bağladıkları için herhalde, evet hafiften manyak bunlar her aylak gibi)

Yunanlılar konum itibariyle daha çok ticaretle uğraştıkları için Akdeniz’i çevreleyen uygarlıklardan birçok şey almışlar. Böyle böyle kendi dinlerini de sorgulamaya başlamışlar. Çünkü yaşamları ve mitler çelişkilerle dolu. Bu da onları farklı sorular sormaya ve her şeyin temelinde yattığını düşündükleri o mantıklı şeyi bulmaya itmiş.

Önce Milet’e geçiyoruz (Hayır Milas değil Aydın civarında). Thales (Matematik derslerinden hatırlayanınız vardır elbet, yok mu?) şu saçma soruyu soran bildiğimiz ilk insanlardan biriymiş. “Her şeyi, gerçekliği meydana getiren nedir?” Şimdi gibi o zamanlar da buna cevap veren şeyler varmış elbette. Ama aptalca geliyormuş bu cevaplar Thales’e. Her şeyin bir sebebi, ana maddesi (arke diyormuş o buna) olduğuna inanıyormuş ve biraz etrafına bakınca bunun “su” olduğuna karar vermiş. (Sudan sebepler esprisi yapmayacağım) Hepimiz sudan gelmiştik ve suya gidiyorduk. İşte denizci toplumlar böyle oluyor bizim gibi bozkır insanlarının aksine.

Thales’in tek olayı bu değil elbette, ama hızlı gidiyoruz biz.  Milet’de kafası çalışan başka insanlar da var tabi, Anaksimandros var o kadar basit düşünmeyen. O daha anlaşılmaz ve soyut düşünüyormuş. ”Her şeyin ondan yaratıldığı ve ona dönmek zorunda olduğu bir şey vardır” diyormuş o da ama o bunun soyut bir şey olduğunu iddia ediyormuş. Hani bir şey var ama ne olduğunu bilmiyorum olayı, tarihin her döneminde karşımıza çıkan.  Apeiron (sınırsız, sonsuz vb.) adını vermişti Anaksimandros buna (Anaksimandros Büyük Menderes mi demek acaba bakmakl lazım bir ara?) . Yani biraz muğlak bir karakter Anaksimandros. Ama yine de doğaüstü açıklamaları kabul etmeyip bilimi esas alan ilk filozoflardan biri kendisi. Üstelik bu aperion’u şu anki karanlık maddeyle özdeşleştirenler bile var.  Yani hayat halen bilinmezlerle dolu galiba.

Ama fazla kafa yormaya gerek yok tabii hiçbir şeye. Anaksimenes’e geçelim o yüzden Milet’de yine. Thales’e inat esas arke havadır diyormuş kendisi. Tabii, etraf su işle çevrili olsa bile hava her yerde diye düşünüyor insan. Hem ruh, nefes rüya vb. şeylerin temeli su olamaz ki. O zaman her şey havadan olması gerekmez miydi?

Ne kadar basit sorunlar, ne kadar gereksiz iddialar diyebilirsiniz tabii bu Milet’li arkadaşların düşünceleri için.  Ama dönemindeki diğer hiperaktifler gibi, astronomiden tutun matematiğe kadar bir çok dala giren bu insanlar belki halen kullandığımız bir çok şeyin temllerini ortaya atmış.

Matematik deyince hayatımıza hipotenüs gibi bir kavramı sokan Pisagor’u da (Onu hatırlarsınız artık, yokmu yine?) unutmayacağız tabii. Kendisi aslen Sisamlı, ama Crotone’de (İtaly) bir tarikat kurduktan sonra tanıyoruz daha çok onu.  Reankarnasyona inandığı ve saf olmadığı için bezelyeleri yasakladığı söyleniyor tarikatında:) Ama olayımız bu değil tabii. Matematikçiler adı verilen bu tarikatın – ve tabii Pisagor’un- görüşüne göre evrenin arkesi sayılar. Her şey içinde en düzgün olan şey bu sayılar onlara göre. Bu yüzden her şeyi sayılara indirgeyebiliriz .  Üstelik kanıtlanabilir bir şey matematik. Tam kare sayılara güvenemeyeceksek kime güvenebiliri ki değil mi? Tabii kendisinin pi gibi irrasyonel (saçma)  sayıların bulunmasıyla delirdiği ve gerçeği saklamadı diye grubundan birisini suda boğduğu da söyleniyor ama önemli değil tabii.

Bu doğa filozoflarına biraz ara verip Ksenophanes’e dönelim. Kendisi Elea’lı (Güney İtalya). Yaklaşık 100 yıllık ömrüne sığdırdığı ; şair düşmanı Homeros’un yalanlarını yakalayan adam ya da kamyoncu dostu gibi bir çok ünvanı var kendisinin. Hayyam, Neyzen Tevfikvari şiirleri de var ama. Ksenophanes arkeyi yani her şeyin gelip gittiği şeyi, tanrıya dayandırıyor. Peki neden rahip değil de filozof ve bu satırlarda yer veriyoruz kendisine. Zamanında yunan tanrılarını topa tutup, gerçekten yüce bir tanrısın tek olması gerektiğini söylediği için. Hatta evrenle tanrıyı da özdeşleştiriyor kendisi.  Akıldışı hareket ettiklerini söylediği tanrıları, “Ve insan kendi suretinde tanrıyı yarattı” deyip yadsıyor. Atların elleri olup resim yapabilselerdi, tanrıyı kendi suretlerinde çizeceklerini söylüyor. Yani tek tanrıcılığın ilk isimlerinden biri kendisi. Bir de Akhenaton vardı Mısır’da ama o firavundu:)

Neyse dönelim bizim topraklara tekrar. Efes’teyiz bu kez. Herakleitos’a geldik, hani şu arkenin ateş olduğunu savunan filozofa. Aslında bunun temelime inmek için felsefesinin esas öğesine girelim önce. Herşey akar demiş Herakleitos, aynı nehre iki defa giremezsin. Sonuçta nasıl ayağını soktuğun nehir bir sonraki sokuşta yerini farklı suların bulunduğu bir nehre bırakacaksa, hayat da sürekli akış halindedir. Dünya sürekli bir değişme ve çatışma halindedir (tutucular ne kadar tutmak istese de) . Bu hareketin oluşumu için sürekli değişken bir halde olan  ateşten daha iyi bir örnek bulunabilir mi? Peki her şeyin değiştiği böyle bir dünyada nasıl elde edebileceğiz hakiki bilgiyi? Nasıl güveneceğiz duyularımıza? Akıl yoluyla der filozof bunun için. Gözlemlerimiz her ne kadar güvenilmez de olsa sabit kalan bir şey olması lazım o nehre nehirliğini atfeden mesela. Karışık değil mi , o zaman tekrar açayım. Mesela saçmanın bağladıkları sürekli değişse de; blogun bir yer sağlayıcısı , bir adresi, bir özü var. Ve açtığınızda bir şekilde anlayabiliyorsunuz bunun benim yazım olduğunu. Nehir de sürekli değişse de onun nehir olduğunu bilirsiniz bir şekilde. Bu düzenin değişmesini sağlayan değişmez öze Logos diyor Herakleitos. Umarım açıklayabilmişimdir bir şekilde.

Ben genel olarak Herakleitos’u diğerlerinden biraz daha fazla severim, belki de “değişmeyen tek şey değişimdir” adamı olduğum için bir parça. İnsanları gösterişçi dönekler ve aptallar diye ikiye ayırdığından mıdır bilinmez, kendisine karanlık sıfatı uygun görülmüş. Yine de su, hava gibi eften püften şeylerdense ateşi tercih ederim ben var olmak için 🙂

Parmanides var sırada, o da Ksenophanes gibi Elea’lı , hatta Elea Okulu’nun kurucusu olarak geçiyor. (Ekol, Okul benzer şeyler:) Herakleitos gibi duyulara güvenemeyeceğimizi, her şeyin akılla bulunabileceğini  düşünüyor o da. Ama buraya kadar tabii, o her şeyin değiştiği fikrine karşı çıkarak değişimin bir aldatmaca olduğunu söylüyor. Geçmiş ya da gelecek sadece safsatadan ibaret. Şimdi var olanlar var sadece ve bunlar sonsuza kadar var olacaklar. Bunlar cisimler, olgular, düşünceler, her şey olabilir. Yani üzerine konuşabileceğimiz bir şeyin olması lazım sırf mantığa dayanarak. Üstelik bu var olması gereken ayrı şeyler değil. Hepsi hep beraber tek bir şey. Gördüğümüz şeyler değil gerçek olan, bu kocaman olması gereken şeyler küresi önemli. Tam oalrak anlayamadıysanız Matrix filmi belki yardımcı  olabilir. Aslında bildiğimiz her şey tek bir küre, ya da matrix gibi bir programın içinde. Geçmiş gelecek yok. Sadece o var ve her şey onun içinde. Daha da karıştırmadım umarım:)  Mantıksız çok şey barındırsa da ileride Plato dahil (ve matrix:) bir çok filozofa esin kaynağı olacak bir düşünce. Bir de şöyle bir not var: Parmenides bu mantığını uzun bir şiirle anlatmış insanlara. Yani bir arkadaşımın hep söylediği gibi, başlangıçta şiir vardı:)

Ve Zenon, . İki tane Zenon var aslında, Kıbrıslı olana Stoa’cılıktan bahsettiğimizde gireceğiz. Şu an Elea’lı Zenon  var radarımızda. Parmenides’in öğrencisi, kaplumbağa paradoksu ile biliniyor kendisi. Bu paradoksa göre, Akhilleus’la kaplumbağa bir yarışa başlar, ama Akhilleus kaplumbağaya avans verir biraz. Yalnız Zenon’a göre Akhileus ne kadar yaklaşırsa yaklaşsın kaplumbağa da bir oranda ilerleyeceği için hiçbir zaman onu yakalayamayacaktır. Burada hocası Parmenides’in gerçek hareketin ve değişimin olanaksız olduğunu kanıtlamak istemiş galiba ama biraz yetersiz kalmış sanki 🙂

M.Ö 450’lere geldiğimiz zaman Sicilya’da Empedokles’i görüyoruz Arke sorusuna cevap vermeye çalışan.  Elini korkak alıştırmamış kendisi. Toprak , Hava, Su ve Ateşten meydana gelen dünyanın Sevgi ve Nefret ya da Çekme ve İtme gibi iki kuvvet tarafından yönetildiğini öne sürmüş. Herakleitos’un değişim döngüsüne inanmakla beraber Parmenides’ten de bir şeyler almış . POlitk geldi biraz bana sanki:) Yeniden dirilmeye inanıyor kendisi. Sonunda da belki bunu göstermek için belki de söylendiği gibi tanrı olduğunu düşündüğünden Etna yanardağına atlamış.  Ne olursa olsun bu Hava-Su-Ateş Toprak birlikteliği, ortaçağa kadar kullanılmış dünyayı meydana getiren temel tözler (özün karşıtı, cisim vb.) olarak.

Sokrat’a yaklaşırken biraz daha günümüze yakın açıklamalar görüyoruz bu arke konusunda. Bu kez Klazomenai (Urla civarı)’den  bir filozof olan Anaksagoras var.Kendisi bizim yediğimiz şeylerle bir olduğumuzu fark etmiş ve “Her şeyde başka her şeyden bir parça vardır ve bu yüzden her şey sonsuz sayıda küçük parçadan oluşur” demiştir. Kendisine göre başlangıçta bu parçalar karmakarışık bir halde (kaos) bulunurken bir zeka (nous) bunları düzene sokmuş. Big bang, atom vb. gibi değil mi bir parça.

O zaman bir de Demokritos’a bakalım. Kendisi atom olayını ilk ortaya atan . Sokratesle aynı dönem Abdera (Yunanistan İskeçe civarı)’da yaşamış. Anaksagoras’ın teorisini biraz daha genişletmiş Demokritos. Bizi oluşturan bir takım parçalar olsa da bunların eninde sonunda bölünemeyecek kadar küçük şeylere indirgeneceğini söylüyor. Demokritos bu şeylere atom (bölünemez) adını vermiş. (evet oldukça yaratıcı oluyor filozoflar). Bunlar hareket edip çarpışıp yeni bileşikler oluşturuyor ona göre. Mesela koku gibi nitelikler burun atomları ile bir nesneni atomları etkileşince oluyormuş. Bir insan ölünce de ruhu oluşturan atomlar dağılıp yeni bir ruhu oluşturmak için bekliyorlarmış. Bazı şeyler aşırı olsa da 20.yüzyıl atom fizikçilerinin teorileri için bir öngörü olarak kabul edilebilir Demokritos’un görüşleri.

Ve doğa filozoflarından sonra son olarak Sofistler ve Protagoras’dan da bahsedelim Sokrates zamanında yaşayan. Gerek Perslerle yapılan savaşların (Şu 300 fiminde karikatürize edilen olaylar silsilesi:)  sona ermesi ve demokrasinin taçlanması , gerekse tarihin babası olarak nitelendirilen (her şeyin babası aynı yerden çıkıyor nedense) Herodot(os)’un diğer topraklar ve inançlar hakkındaki anlattıkları, önceden bahsettiğimiz şu sorgulamaları beraberinde getirmiş.  Çoğunlukla arkenin aranması ile ilgili olan bu sorular Atina’da inançlara da yönelmiş. Şu anda mesela bir Hindu’nun “Ulan, ya Müslümanlar haklıysa “diye düşünmesi gibi  sorular ortaya atmış Protogas ve buna sonuç olarak “İnsan her şeyin ölçüsüdür” demiş. Yani aslında gerçek diye bir şey yoktur, sadece sınırlı insan inançları var. Ve geliyoruz tabii en sevdiğim kelimeye. Her şey görecelidir. Evet postmodernizmin dayanağı olan bu kelime sofistlerin de çıkış noktası bir nevi . Dönemin Atinasında, demokrasi nedeniyle, insanlar bir şekilde her şeyi sözlerle hallettiğinden bu dönüp dolaşıp ikna olayına gelmiş.  Yani ağzı laf yapanın kazandığı bir toplum olmuş kısaca Atina. Satmak, yönetmek hatta kendini savunmak için çok önemli bir hale gelmiş retorik (sözlere ikna sanatı denebilir) Ee, zaten ağzı laf yapan bu sofist filozoflar da, şehir şehir gezip parayla bu sanatı insanlara öğretmeye başlamışlar. Neyse Sokrat da bu demokrasi ortamında doğmuş zaten:)

Çok konuştum bu defa, gereksiz görünen ama tarih adını verdiğimiz 3000 yılın başlangıcında insanların sordukları soruları bize göstermesi açısından olumlu (ya aslında buradan bakınca gerçekten gereksiz geliyor ama neyse)  bir bölüm oldu. En azından bu ateş- hava- su-toprak ve tahta esprisinin kökenlerine indik bir parça. Şu anda pek çok şeyi biliyoruz, ya da bildiğimize inanıyoruz bilim/inançlar yüzünden. Ama o yıllarda da, ne olursa olsun, bizi kışkırtacak sorular sormuş bu büyük isimli insanlar.

Bazı düşünceler size saçma gelse de şu anda, dünya tarlasını süren, ya da savaşan insanlar değil bu arkadaşlar yüzünden şu anki halinde iyi ya da kötü.  Zaten serinin amacı da sadece bu insanların olaylarını  anlatmak değil, bir aptal olarak öncelikle kendimi , sonra da buraları okuyan birisi varsa onları varlığımız ve bildiklerimizin ötesinde düşünmeye özendirmek. Ne demiş şair: Sevişen yaramaz çocuklar gibi.  Yok o başka bir şeydi galiba.

Neyse önümüzdeki bölümde Sokrates, ya da apayrı bir içerikle geleceğim, bilmiyorum daha tutarsızlığın gereği olarak. Ama başına taş düşüp detaylı bir anlatım isteyenler için her zaman wikipedia mevcut. Aslında youtube’da da ilginç bir şekilde aşırı çok kanal var felsefe hakkında. Başka bir yere giremiyoruz bari konuşalım demiş sanki tüm felsefe mezunları. Ama gerçekten doyurucu büyük bir kısmı. Yani çoğu şeyde şanssız olsak da felsefe tarihi öğrenme açısından böyle bir şansımız var ülke olarak.  Değerlendirebilir bence. Ya da beni bekleyebilirsiniz, bu tekdüze blog yazısını. Siz bilirsiniz:) İyi sorgulamalar şimdilik.

Yorum bırakın