Kayıp Kehribarın Peşinde

Bilmediğim bir yerdeyiz, loş, sessiz, bizden başka hiçbir şey yok. Tatlı bir ekim rüzgarı esiyor. Oturuyoruz, hayır yürüyoruz yavaşça. Dudaklarımda tozlar, parmaklarınla siliyorsun, polenler diyorsun, portakal çiçeklerinden. Dilimle yokluyorum, gülümsüyorum. Sonra Kral çağırıyor beni, ayrılmak zorundayım diyorum. Sen gitmişsin zaten çoktan. Ben de terk ediyorum boşluğu, alevler geliyor zaten biz gidince. Yürüyorum intihar eden yaprakların arasından basmamaya çalışarak, beceremiyorum. Bir haykırış, bu daha yaşıyor diyor arkamdaki temizlikçi. Güneş batmak üzere, garip diyorum temizlikçiye. Değil diyor, benden daha iyi Türkçesi. Balıkhaneye giriyorum kralı görmeye. Kayıp Japon balıklarıyla dolu burası. Her biri farklı bir şarkı söylüyor bu saatte. Kakofoni diyorum , değil diyor temizlikçi, peşimden gelmiş, armoni. Can yeleklerimizi takıp aşağı kata iniyoruz. Burası kralın özel günler için ayırdığı süiti. Duvarlar balık siluetleriyle dolu. Şu diyor temizlikçi 1883’den beri kayıptı. Bakıyorum, hala kayıp olabilir diye düşünüyorum. Söylemiyorum ama tüm gizemi bozulacak gibi geliyor bana. Kral geliyor sonra zıpkınıyla, mızrak değil miydi diyorum normalde. Sustalıymış, basınca iki uç daha çıkıyor. Temizlikçi hasetle bana bakıyor, önemsemiyorum. Konuşmaya başlıyor Kral, büyük balık küçük balığı yutar diye. Onun can yeleği tulum şeklinde, hiç bunalmıyor mu diye düşünüyorum, bıkmaz mı insan kral olmaktan? Yalnız mıdır tüm krallar? Kötü müdür tüm asılanlar? Geçmiş bile kral ana temayı, tekrarlar mısınız diyorum, temizlikçi sırıtarak bakıyor bana. Uzun lafın kısası kehribar getireceksin bana diyor balıkçı kral. Mercimek mi diye anlamsız bir espri yapmaya çalışıyor temizlikçi. Zaten onun ne işi var ki burada? Senin ne işin var burada diyor Ed Sheeran’a benzeyen temizlikçiye kral ve derhal asıyor onu. Giyotin, Grimaldi, Greyfurt geçiyor aklımdan ve kabul ediyorum bu kutsal görevi. Çıkıyorum dışarı, uğurlamaya gelmişsin bir kilo mandalinayla. Alevler de gelmiş arkandan. Hem soyuyoruz hem yiyoruz beraber, bir de yakıyoruz kabukları temizlikçinin anısına. Korkabilirsin diyorsun, korkmalısın da belki. Ama güven o korkuna, uzaktaki yıldızları dinle, onlar ulaştıracak seni hedefine. Anladım diyorum her zamanki gibi. Başka bir şey diyemiyorum, bırakıyorsun yine. Ateşler de bırakıyor peşinden. Temizlikçi öldüğünden yapraklar ağlıyor dört bir yanda. Mevsimlerin en acımasızı diyorum sonbahara. Gökyüzünden bir ses, Ed Sheeran tabii ki, hayır diyor. Hala benden önde yıllarca. Kaplanımla, gidiyoruz Kehribarın en bereketli olduğu Hindistan’a. Kaplan, hayır sen benim insanımsın aslında diyor yolda. Kedigillerin bu küçük dil ve iyelik problemlerinden bir türlü kurtulamayacağımın bilincinde, sessiz kalıyorum. Ama gideceğimiz yol için de tartışmaya başlayınca, ondan da ayrılıp baharat yoluna geçiyorum. Hindistan’a ulaştığımda tavşan görüyorum binlerce. Tavşan berekettir diye devam ediyorum yoluma, bir havuca takılıyor ayağım. Eğilip aldığımda büyük bir tuzağın içine çekildiğimi fark ediyorum. Binlerce tavşan üzerime atlıyor, neyse ki yana çekiliyorum son anda. Temizlikçi Sheraan ve sen yukarıdan ayıplıyorsunuz beni zavallı hayvanlar için. Sen ne zaman çıktım diyorum oraya, hemen kayboluyorsun yine hatanın farkına varıp. Yere dökülen kehribarları topluyorum hemen, Temizlikçi onlar amber diyor, kehribar değil. Nereden anlayacak ki Kral diyorum kâinata? Cep telefonumdan cevap geliyor, ben anlarım diye. Bin tavşan anıtının oradan devam ediyorum yola ben de. Yolda bir sfenks görüyorum, bilmece soracak diye bekliyorum. Bizim meslek de öldü, artık bütün soruların cevabı internette, diye dert yanıyor bana. Peki, kehribar diyecek oluyorum, Hindistan diyorum. O da var İnternette, cennet meyvelerinin hemen yanında diyor, zaten ben çok yanlış gelmişim. Arkamdan gülüyor pis pis kaplanım/sahibim. Takip etmiş o da beni. Ben de birbirinin aynı renkte alışveriş sitelerinden, bir birinin aynı renkte binlerce kehribar sipariş ediyorum Kral için. Alamıyorum ama, hesaplarda bir sorun oluyor hep. Ben boynum düşmüş dönerken, sen Piramitlerin dibinde bekliyorsun elinde bir kilo portakal. Beraber portakalları yerken, korkuyorsun, diyorsun bana, korkmalısın da. Ama unutma, yarın başka gün artık, başka şeyler getirecek sana. Anladım diyorum ben yine önüme bakıp. Cebinden çıkardığın kehribarı veriyorsun bana, kötü günler için sakladığın. Ama bu amber diyorum, yok diyorsunuz , kaplan ve gökyüzündekiyle. Teşekkür etmek için kaldırıyorum başımı. Alevler var, sen kaybolmuşsun yine. Ama biliyorum yerini. Hemen balıkçı kralın süitine koşuyorum, kehribarı oradaki balkabağının içine bırakıyorum. Kral göz kırpıyor bana. Kaplanı da emanetçiye verip o yalnız boşluğa geri koşuyorum. Tatlı bir ekim rüzgârı esiyor. Gökyüzünden gülümsüyor arabasıyla temizlikçi. Ve batıyor nihayet güneş.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s