Şiirin Peşinde

Tarifsiz bir şekilde maviye doğru kayıyordu her şey. Kaç veziri daha feda etmem gerek dedim. Kraliçe biliyorsun, diye düzeltti beni. Ne alakası vardı? Ne alakası var dedim, kimi öldürmemi istiyorsun? Uyumak istiyorum sadece dedi. Hepimiz istiyorduk uyumayı, ama önce başka bir şey vardı. Yerçekimi için bir aşk şarkısı yazmalıydım ben sabaha kadar, başlamamıştım ama henüz. Şiir soğumuştu benden sanki, kaçmıştı uzaklara. Zor geçecekti bu gece biliyordum. O yüzden attım kendimi not defterimin ekranından dışarı doğru. Ölümde uzun, kıvrımlı ve yıldızlı bir yol vardı. Daha önce başkası için, bir çekim gücü için şarkı yazmamıştım hiç. Ama şiir çok kaçmııştı benden,onu bulmak istiyorsam damlaları takip etmem gerektiğini biliyordum. Şiirin göz yaşlarını nerede olsa ayırt edebiliyor insan – tabii gözlerini azıcık yukarıya kaldırabilirse. Güneşin yolunu izlemeye karar verdim ben de böylece, gece olmasına rağmen batıya gittim ama, o gizli kapaklı doğuya dönerken. Şansıma yol da batıya doğru dolanıyordu zaten. Aptal bir yumurtayla karşılaşmayı umarak kıvrıla kıvrıla yürüdüm ben de yoldan. Yıldızlar ayaklarımın dibine düşerken bunun farklı bir hikaye olduğunu kavradım daldaki baykuşu görünce, tavşan peşinde koşacak halim yoktu zaten. Baykuş damlalardan birini yutmak üzereydi yetiştiğimde.Kimse buna maruz kalmamalı, diye bağırdım yukarıya doğru. Başka bir ömürde o da benim için üzülürdü biliyorum, ama biz buradaydık altlı üstlü. Gözlerini oynatmadan kafasını çevirdi ve benim anlamadığım ama oldukça anlamlı olduğunu düşündüğüm bir şeyler söyledi baykuş. Neden böyle bir isim vermişler ki, diye sordu ben gözyaşından karakter tahlili yapmaya çalışırken. Bimiyordum, bilmiyorum dedim. Uyudu tekrar. Damla hala sıcak, uzaklaşmış olamazlar dedi kızlıderili rehber, bu başka bir hikaye deyip atlattım onu da. Batıya gitmeye devam ettim sessizce, baykuş arkamdan bakıyordu. Yıldızlar düşmeye devam ediyordu önüme. Yol döne döne bir nehire ulaştı, sarsak bir yıldız tam nehre atlayacakken tuttum, usulca kenara bıraktım , minnetle bakıp uzaklaştı yana yana. Uykum gelmişti benim de. Neyse ki kayıkçıyı gördüm az ileride, sessiz biriydi. Param yok dedim kendisine, bir şey söylemedi. Sonsuz bir yüzü vardı, okumaya çalıştım, güneş doğana kadar uğraştım . Sonunda indim kayıktan, kıyıda dolaşmaya başladım kayıkçıya verecek bir şeyler bulmak için. Bir anlığına yağmur yağdı ve durdu. Şansım dönmüştü galiba, güneş doğmuştu ve gökkuşağı iki adım öteme kadar yaklaştı. Ben de altından geçmemeye dikkat ederek ucundaki sandığı açtım. Gözlerini açtı, geçsen ne olurdu ki sanki, neden bu kadar korkuyorsunuz bizden dedi, tekrar kapattı. Bilmiyorum , korkuyor muydum gerçekten? “Heryerde yağmur var aşkım, her yerde korku” Bu başka bir şarkı diye düşünüp bir tane sikke aldım sandıktan ve gerisini beni takip ettiğini düşündüğüm baykuş, kızılderili ve güneşe bıraktım. Kayığa geri döndüğümde kayıkçı uykudaydı, sonsuzluk tek bir güne dönüşmüştü sanki. Ben o tek sikkeyi o güne bıraktım. Uyandı, gülümsedi (galiba), yola çıktık. Nehir üzerinde şiirin gözyaşları kayıyordu, eğer siz de şiir kaçtığında ağlamışsanız ayırabiliyorsunuz damlaları nehirden. Nehir okyanusa kavuşamamanın çaresizliğiyle içini çekerken ben de gözlerimi kapadım. Rüyamda odamda tavana bakıyordum, tavandaki deliğe. Hepimiz öleceğiz diye düşündüm, toz olacağız, rüzgarda uçuşan. Sonra birinin gözüne kaçıp ağlatacağız belki onu. Şiir olacak belki o biri, ya da şiir yazacak anlamsızca derken kafama çarpan bir şeyle gözlerimi açtım. Sikkeyi yerden alıp denize attım ve teşekkür ettim kayıkçıya, okuyamadan yüzünü (gülümsemiştir herhalde) ayrıldım kıyıdan. Gece olmuştu tekrar ama bu kez önüme düşen yıldızlar daha farklıydı. Buradakiler benim mutluluğumla ilgilenmiyorlardı.Bütün dünya senin etrafında dönmüyor zaten dedi. Hakliydı da. Ama her şey, buradaki her şey, benim etrafımda dönmeye başlamıştı aniden. Sonuçta kaçsa şiir benden, benim şarkımdı yazacağım. Benim dünyandı belki burası da, ben de dönmeye başladım etrafımdakilerle. Gökyüzü dönüyordu, hayat dönüyordu, bütün hayal kırıklıkları parça parça dönüyordu. Sonra müzik -her zaman yanımdaydı zaten- sustu ve dönen her şey gibi yere düştü. Ben de batıya doğru devam ettim, bu kez öldürmek isteyen arabalar vardı beni yolda. Koştum ben de yaşamak için, ölesiye. Neyse ki en az başlangıçtaki kadar uzun ve kıvrımlıydı yol. Hiç biri de yeterince erken çeviremiyordu başını bana çarpmak için. Arabalardan ve bu kez benim üzerime düşmeye çalışan yıldızlardan kurtuldutan sonra şiiri aramaya başladım tekrar. Karanlıkta bir tepeye ulaşabildim. Buralarda bir yer saklanmıştı eminim. Siz de benim kadar kaçırmışsanız şiiri, hissedersiniz bir şekilde, kalbiniz birlikte çarpmaya başlar. Aşk kadar yabancı bir histi bu biliyorum aslında anlatılmaya ihtiyacı olmayan. Ama öyle işte, biliyordum orada olduğunu. Yere oturdum, başımı öne eğdim, düşünmeye başladım olan biteni. Müzik yine başladı, olup biten her şey dönmeye başladı etrafımda, ben de katıldım onlara ve şarkıya. “Bildiğim tek şarkı çalıyor, bir at başı fark için, Unutursa beni o, ne önemi var, yaşamak niye diye.” Bu başka bir gecenin şarkısıydı ama durmadı olup bitenler, beynime sokmaya başladılar tırnaklarını. Anlamaya başlıyordum yavaş yavaş şiiri niye kaybettiğimi. Ayağa kalktım, bağırdım. Sen hiç bir şey anlamamışsın dedi bana, uyanmıştı tamamen. Sonuna gelmiştim oysa ben arayışımın, biraz sonra başlayabilecektim yerçekimi için şarkıma. Şiir sadece hak edene gülümser deyip ayrıldı odadan. Gözyaşlarını aradım yerde, nafile, bulamadım. Tekrar o tepeye dönmeye çalıştım. Yapamadım. Bitmişti gece ben şarkıma başlamadan. Gitmişti şiir yine. Saate baktım, yattım.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s