Thomas Pynchon’un Türkçeye çevrilen ikinci kitabı 2009 yılında yazdığı Gizli Kusur (Inherent Vice) oldu. 46 Numaralı Parçanın Nidası‘nda olduğu gibi yine Feride Evren Sezer’in çevirisiyle İthaki yayınlarından çıkan kitabın 2014 yılında Paul Thomas Anderson imzasıyla filmi de yapılmıştı. Yazarın şu ana kadar filme çekilen ilk kitabı bu.
Ülkemizde ne yazık ki Thomas Pynchon ismini bilen fazla insan yok, bu konuda 49 Numaralı Parçanın Nidası kitabının incelemesinde bu konu ve yazar ile ilgili bolca başınızı şişirmiştim. Çevirmesi ve okuması gerçekten zor bir yazar Pynchon. Peki neden zor, nedir bu kitapları çevrilmez yapan? Bu kısmını biraz üstünkörü geçmiştim diğer incelemede ama, en azından bu kitap özelinde bir şeyler söyleyeyim.
Öncelikle bu bir dönem romanı, 2009’da yazılmış, 1970’leri anlatan bir kitap, tam olarak 1970’i hatta. Charles Manson cinayetlerinin 40.yılında yazıldığı için (1969), yazar çokça kullanmış o dönemin havasını yansıtırken Manson’u. Dönem romanı dedim ya kafanızda bir şeyler canlanmaya başlamıştır, daha fazla ipucu vereyim. Californiya, Surf Rock, Hippie’ler ve kitap boyunca dumanlı bir kafa. Pynchon diğer kitaplarında olduğu gibi işlediği dönemin en ince ayrıntılarına kadar giriyor, binlerce gönderme var, müzik, film, televizyon dünyasından. Gerçek kişi, yer ve olaylarla kurgular iç içe girmiş. Fazla ilginiz yoksa ve her sayfada google/wikipedia kullanmaya alışık birisi değilseniz daha bu aşamada uzak kalıyorsunuz kitaba.
İkinci zorluk kurguda çıkıyor karşımıza. Kitap boyunca bir özel dedektif olan “Doc” karakterini takip ediyoruz üçüncü tekil anlatıcısından (Anlatıcının günümüzde olduğunun ipuçları bir iki yerde karşımıza çıkıyor -ya da ben öyle hissettim). Özel dedektif deyince bizim aklımıza (benim kuşağın en azından), biraz Mavi Ay, biraz Remington Steele biraz da Mike Hammer geliyor. Ama aslında özel dedektiflerin altın çağı 40’lar ,50’ler. Bunlar Sam Spade, Philiph Marlove’larla büyümüş bir nesil ve 70’lere gelindiğinde o Film Noir havasındaki dedektif film/dizileri sona eriyor yavaş yavaş. İşte o dönemin anısına yazılmış bir parça bu roman. O eski dedektiflik hikayelerini hatırlayan varsa genelde izleyenlerin kafasını karıştıran, baş döndürücü bir öykü kurgulanırdı. Pynchon ama bu konuda gerçekten uzman. Yüzlerce karmaşık karakterden oluşan ve okunması en zor romanlardan biri olarak kabul edilen “Gravity’s Rainbow” kadar olmasa da bu hikayeyi de farklı karakter ve olaylarla doldurup birbirine bağlıyor bir şekilde. Kitabın bir yerinde durup, bu kimdi ya, diyorsunuz kesinlikle; belki de o polisiye dizilerde gördüğümüz ipli/çivili çözüm şemalarından oluşturmamız gerekli bu kitap için. Peki, kitap bittiğinde tamamlanmış hissi oluşuyor mu içimizde? Göreceli, ama en azından “Parça 49” kadar havada değil final.
Bitti mi? Elbette hayır, çeviri sıkıntısı çıkıyor sonra karşımıza Pynchon’da. Adamın dili örümcek gibi, dönem argosu, zekice göndermeler vb. bahsetmiştim zaten. Arada uydurulmuş kelimeler de çıkıyor. Ama sanki İngilizce sözlüğünde bulunan her kelimeyi kullanarak upuzun bir paragraf çıkıyor arada karşınıza. Cümleler nerede başlıyor nerede bitiyor, bu nereye bağlanmış, aslında ne demek istiyor diye düşünürken çevirmen çoğunlukla batağa saplanıyor. Ama o örümcek ağını çözünce insan karşı karşıya kaldığı şeye hayran kalıyor genelde. Sanki kitabı taşıyan kaideler bunlar, bir nevi “Pulp Fiction”ı Proust’a çeviriyorlar
Bu kitap özelinde diye başladım, çeviriye de gireyim. “Parça 49”dan daha kolay bir kitap bu belki diyalogların fazlalığından, belki de filmi ile öne çıktığından dolayı. (Gerçi en zor olanlar, ilk dört kitabıymış galiba yazarın). Genel olarak güzel akıyor çeviri, hatta birçok yerde dipnotlarla göndermeleri açıklamış çevirmen. Ama bazı yerlerde ne yazık ki yukarıda belirttiğim paragraflardan bazılarında hiçbir şey anlaşılmıyor yine. Neyse ki genelde okuma zevkine fazla etki etmiyor bunlar. Çevirmenin hakkını vermek lazım yine de. İlk kitaptan çok daha başarılı bir çeviri ve Thomas Pynchon’u çevirmeye cesaret eden başka birisi çıkmadı henüz.
Peki böyle bir kitabı neden beğenir insan? Zor bir şeyi bitirebildiği için mi, farklı olmak için mi ya da zevk mi alıyorum ben beynimin patlamasından?
Yukarıda bahsettiğim her şeyi tekrarlayabilirim aslında. En başta had safhada zevkli bir çalışma. Zekice yazılmış, komik diyaloglar var. Bir kere 70’leri anlatıyor, dönem romanı, dönemin havasını burnunuzdan içeri çekiyorsunuz çaktırmadan. Müzikler, filmler, yemekler, insanlar her şey var 70’lerden. Ve o karışık kurgu, karışık olduğu kadar parlak. Takip etmesi zor belki ama bırakmıyorsunuz bir türlü ipin ucunu. Ve yine aradaki o mükemmel yapılar, kaideler keyif veriyor yine insana. Kitap içinde “Surfing Bird”den “ARPA”ya, “Lemuria”dan, kimyasal bileşiklere geçiyorsunuz ama azalmıyor hiç aldığınız zevk.
Tabii, önceki incelememde de belirtmiştim, herkese göre değil Pynchon. Yo, belli bir seviyede olmak gerek demiyorum, sadece biraz rahatsız olmak lazım okumak için, cevaplarınızı kitaplarda arıyorsanız hayal kırıklığına uğrarsınız bu kitaplarda. Zaten filmi seyredenler de ikiye ayrılmış durumda: Çok beğenenler ve nefret edenler. Güzel film, mükemmel yönetmen, iyi oyunculuklar, kaliteli filmografi ama kitabın yanında zayıf kalıyor her şeye rağmen. Dedim ya çok fazla şey yazıyor adam.
Neyse ,kitabı ilk okuyucularından biri olarak bir şeyler yazayım dedim. İthaki fazla tanıtmadı kitabı, 60 liraya gibi bir fiyatla sürdü piyasaya (İndirimde 35-40 galiba) Ne kadar kişiye ulaşır bilmiyorum ama umarım okuyucusunu bulur da diğer kitapları da çevrilmeye çalışılır zamanla. İlgilenenler için şimdiden iyi okumalar.