(Benim Gibi ) Aptallar İçin Kolay Felsefe  – 106– Aristo(teles) (ÖA Serisi)

Evet uzun (çooook uzun) bir aradan sonra Yunan Felsefesinin üç büyüklerinin sonuncusu (ama etki olarak en büyüğü) ile karşınızdayız:  Aristo – ya da Aristoteles (Kimsenin ünlü tragedya yazarı Aristophanes ile karıştırmayacağına emin olduğumdan bundan sonra Sokrates ve Platon’un aksine Aristo diyeceğim lakayt olma pahasına)

Aristo deyince aklınıza ne geliyor. Filozof? Mantık? Düşünen adam?  Bana aslında ilk önce lise felsefe öğretmenimin lafı geliyor. “Aristo bu sandalyeye sandalyedir demiş ilk defa” diye. Heyecanlı olmasına rağmen kafasındakileri aktarmada zorlanıyormuş galiba.  Aristo mantığı da var tabii, eski bölümlerdeki “Hayat biberdir” alıntısına konu olan. Alıntı çünkü onu da yine ortaokul yıllarında Aşk Olsun ‘daki Metin Akpınar repliğinden aparmıştım . Ana kuzusu skecindeydi galiba karısına şöyle diyordu “ Sende mantık yok! mantık? bilir misin mantık? aristo mantığı… arriyossto! ne diyor aristo? gerçek acıdır; biber de acıdır. demek ki biber gerçektir! ya… acı ama gerçek.”  (Benim Gibi ) Aptallar İçin Kolay Felsefe – 106– Aristo(teles)

Ama o yaşta bile Aristo figürü vardı kafamızda, Rodin’in düşünen adamı gibi sürekli düşünen bir filozof. Belki de İslam Filozoflarının muallim-i evvel (ilk öğretmen) demesinin bir etkisi vardır. Belki de yoktur ne bileyim,  Aristo sevilir ama bizde genellikle.

Önce hayatından enstantaneler verelim diğer filozoflar gibi.  Bildiğimiz zincir Sokrates, Platon ve Aristo diye gidiyor. Üçü de birbirinin öğrencisi. Aristo 17 yaşındayken Platon’un akademisine gelmiş eğitim için, Platon 60 yaşında o dönemde. Gayretli, planlı programlı adam. 20 yıl kalıyor orada öğrenci ve öğretmen olarak Platon ölene kadar. Onun yerine seçilmiyor ama ölünce (Yeğen kontenjandan Spevsippos geçiyor başa). O da küsüp ayrılıyor Atina’dan. Gerçi fazla da sevilmiyor Atina’da babası Makedonya Kralı’nın özel doktoru (Kralı İkinci Filip sanıyorum da onun da babasıymış , o zaman Büyük İskender’in dedesi oluyor yani Angelina Jolie’ni kayınpederi:) Makedonya o dönem diğer Yunan devletlerinin korktuğu bir güç olduğundan bizimkine de istenmeyen adam muamelesi yapıyorlar arada. Neyse bu Ege taraflarına gidiyor gezmeye Midilli, Asos filan.  Oralarda doğa, kuşlar çiçekler derken evlenip çoluk çocuğa karışıyor. Sonra da Kral çağırıyor kendisini (Bu kez II. Filip, Val Kimer’mış benim aklımda bir tek Angelina Jolie kalmış filmden) İşte ondan sonra da,  İskender’in hocası ve ülkenin baş bilim adamı olarak Makedonya’da kalıyor. Neyse İskender Büyüyüp bildiğimiz işleri yapan Büyük İskender olunca (bkz; İskender hakkında en sık yapılan espriler) Aristo da Atina’daki Lykeon’da bir okul kuruyor. (Kurt adamı çağrıştırdığından baktım, Apollon’un sıfatlarından biriymiş kurtlardan koruyan anlamında) Neyse binanın ismi/okulun ismi ve günümüzdeki liseler buradan geliyor hep. Tabii lise, akademi filan göreceli şeyler hep, burada da bildiğimiz manada bir eğitim yok. Öğrencileriyle dolaşarak tartışıyor sürekli Aristo, takipçilerine de Peripelatikler diyorlar zamanla, etrafında yürüyenler anlamına gelen. Evet, gün oluyor devran dönüyor, Büyük İskender henüz 32 yaşında, bilinen dünyanın sadece yarısını fethetmişken ölüveriyor ve o zamana kadar püsmüş Yunan Devletleri palazlanmaya başlıyor. Aristo Sokrates’den alışık olduğumuz üzere din düşmanı ilan ediliyor. Aristo ama sonuçtan emin, “Atinalılara Felsefe’ye karşı ikinci bir suç işletmemek için” mahkemeye çıkmak yerine şehirden ayrılıyor.  Ertesi yıl da 62 yaşında annesinin memleketi Eğriboz’da hayata gözlerini yumuyor.

Şimdi burada yazılanlardan Aristo’nun sadece maddeye inandığını düşünebilirsiniz. Düşünmeyin 🙂 Varlık ya da var olmak nedir? Mantık olarak bir yer kaplıyorsa bir şey dünyada o vardır, ya da soyut şeyler için şöyle genişletelim, hakkında konuşulabilecek ve tam olarak tanımlanabilecek bir şey olmaktır, var olmak. Biyolojik olarak düşündüğümüzde ise (ya da her hangi bir şeyi zamana bıraktığımızda) sabit bir varlık göremiyoruz, bir değişme süreci içinde var oluyor her şey.  Var olan her şeyin kendine ait özellikleri var, Aristo kategorilerle nitelendirilebileceğini söylüyor her şeyin.   Bu kırmızı olabildiği gibi sevimli, çok ya da ahlaksız da olabilir. İşte kendisine tüm kategorilerin yüklendiği bu özneye töz adını veriyor Aristo. Ona göre var olmak belirli türden bir töz olmak demek. Yani dünya üzerindeki her şey bir töz. Tözler ise madde ve formlardan oluşmakta. Var olan her şey somut bir birey olarak var oluyor ve her şey maddeyle formun bir birliği olarak ortaya çıkıyor.  Madde, şeylerin insan zihni tarafından ayırt edilemeyen, yapıdan ve belirlemeden yoksun bilinemez bileşeni iken form ise, insan zihni tarafından bilinebilen, yani tasvir edilebilen, tanımlanabilen, sınıflanabilen ve başkalarına aktarılabilen yönü. Form bir şeyin “o şey “ olmasına yol açan şey 🙂 Yani bir şeyin özü, bizim insan olmamız mesela.

Evet, daha çok wikipedia kaynaklı işte hayatınız bölümünden sonra ana konumuza geçelim yavaş yavaş. Platon’un idealar teorisini hatırlıyorsunuz değil mi hani şu mağaralı olan. (Yani o kadar çok oldu ki, şuradan kontrol etmekte fayda var)  İşte akademinin başlarında öğrenmiş ve benimsemiş bu öğretiyi sonlara doğru, bilhassa Batı Anadolu’da doğaya vurduğu günlerde sorgulamaya başlamış bolca Aristo. Başlangıçta “İdeaların kaynaklandığı temel ideanın da bir ideası olması gerekir” sorunsalından çıkan bu karmaşa, belki de babasının doktor olmasının da etkisiyle, Aristo’yu doğa bilimlerine yöneltmiş, gözlerini de yukarıdan dünyaya çevirmiş ünlü filozof. Mesela bir sincap (kedi demek istemedim herkes gibi),  yüzlerce defa farklı çeşitlerinin görmüşüzdür bu hayvanı yeryüzünde (tamam, sincap biraz garip kaçtı), sincabın ne olduğuna dair bir fikir şekilleniyor beynimizde, böylece göklerden değil de doğanın içinden aldığımız bu bilgi sincap kavramını oluşturuyor bizde Aristo’ya göre. (Aristo bu sandalyeye sandalye demiştir lafı burada bir anlam kazanıyor galiba:) Platona göre sincap ideası üzerinden bildiğimiz bu hayvanı.  Bu da Platon’la Aristo’nun ayrımını, dolayısıyla binlerce yıllık felsefe tarihinin iki önemli unsurunu bize gösteriyor.  Akla, düşünceye dayalı felsefe ve doğaya, deneye dayalı felsefe.  Zaten bu geçen bölümde gördüğümüz (ve batı felsefesinin Platon’!a düşülmüş birkaç dipnottan ibaret olduğunu savunan ) A. N. Whitehead yine filozofların Eski Yunandan beri iki eğilimden birine sahip olduklarını iddia etmiş; “Akılın kullanım yoluyla saklı ve gizemli hakikatleri araştıran Platon’cu eğilimliler ya da yöntemli, ihtiyatlı ve sadece beş duyunun gösterdiklerine dayandıkları için Aristoteles’çi olanlar”

 Bir heykel örneği var Aristo’nun metafizik kitabında . (Metafiziğin isim babası evet, ama sadece “Fizik” kitabından sonra çıktığı için – Meta=öte – bu isim verilmiş kitaba)  Bir heykelin formu için 4 ana neden /öğe var:

Maddesel (Zorunlu) Neden –  heykel için bu mermer oluyor. İnsan için herhalde et, sinir vb. (ya da atomlar

Edimsel (Hareket ettiren) Neden – Mermerin yontulması işlemi, insan için aklıma gelmiyor:)

Formel (Şekilsel) Neden: İşte bu heykelin neye benzeyeceği ile ilgili, insanın iç ve dış özellikleri olarak düşünebiliriz belki.

Ereksel (Amaç:) Neden : Varoluş nedeni, heykel için heykeltıraşın amacını gerçekleştirmesi, insanın ereksel neden –Aristo’ya göre- mutluluğa ulaşmak.

Yani herkes madde ve form (öz, idea?)’dan oluşuyor Aristo’ya göre. Peki, bu öz’ün ya da formların Platon’un idea’larından farkı ne? Öz varlığın içinde olan bir şey, Platon’un düşündüğü gibi ayrı bir idealar aleminde değil. Varlıktan ayrılamıyor, dolayısıyla varlık yok olunca, ölünce öz de yok oluyor. Bir tek tek nesneler, bireyler var (tikel), bir de bunların oluşturduğu kavramlar (tümel). Mesela, insanlık, kedi, ağaçlar gibi şeyler var. Plato için aslolan tümel olanlar, Aristo ise tikelin çıkış noktası olduğunu söylüyor kısaca.

Devam edelim, epey şey var Aristo’nun ilgilendiği. Zaten bıraktığı (üçte ikisi kaybolmuş) eserlere bakarsak ( ki halken mevcut yapıtların hemen tamamı verdiği derslerin notları aslında) Fizik, biyoloji, etik, estetik, astronomi, politika gibi bir çok konuyu içerdiğini görüyoruz.  Aristo, kendinden önceki çalışmaları da derlemiş olduğundan, aynı zamanda ilk felsefe ve bilim tarihçisi olarak da anılıyor.  Ve Aristo’nun eserleri diğer çağdaşlarına göre düzenli ve bilimsel kitaplar. Bilimde uzmanlaşma olayının da Aristo ile başladığı anlaşılıyor.

En baştaki mantık olayına gelelim şimdi. Akıl yürütme ve kıyas Aristo’nun bilime giriş olarak benimsediği mantığın en önemli unsurları Organon kitabında geçiyor bunlar da. Yukarıda bahsetmiştik, nesnelerin özelikleri var.  Aristo bu kitabın başında bir nesne hakkında söyleyebileceği şeyleri  bir ayrım tabii tutuyor ve bunlara iddialar/ifadeler  (dilin genel işleyiş biçimine dair iddialar ) adını verdiği kategoriler diyor (Kategori de buradan gelmiş evet her şey Yunanca). Bir obje hakkında verilebilecek 10 yargı var kitapta geçen (töz, nicelik, nitelik, ilişki, yer, zaman, konum, durum, etki ve etkilenim) . Daha sonra bu nesneler hakkında bir takım önermelerde  bulunur Aristo.  Hatta çıkarımlar, farkındayım çok uzattım, konseptten de uzaklaştım. Biber örneğini hatırlayın siz yine. Kıyaslama yoluyla Tümdengelim’i keşfediyor Aristo.  Kısaca Bütün balıklar yüzer, bu da bir balık,  o zaman bu da yüzer gibi.  Bu detaylandırılabilir tabii, bazı balıklar ya da hiçbir balık da diyebilirdim sonuç farklı çıkardı o zaman. Ama öncüllerin kesin doğru olduğu durumda sonucun da doğru olacağı düşünmek hata olmaz. Tabii Aristo mantığının ne üstüne olduğu tam net değil, dünyanın kendisini ya da insan zihni mi yoksa sadece dilin nasıl işlediği mi?  Ama ne olursa olsun tümdengelimli mantığı icat etmesi çoğu kişinin işine yarıyor. (Özellikle ortaçağda vahiyleri akla uydurmak isteyen kilise babalarının)

Tümevarım var bir de, tikelden tümele gitmek, mesela tek tek yüzen balıklara bakarak tümü hakkında bir genellemede bulunmak, doğru genellemeler bilim için bir öngörü oluşturuyor, türler de böyle ortaya çıkıyor zaten (bu yukarıda belirttiğimiz kategoriler)  O yüzden buna da önem veriyor Aristo.

Bu uzun ve sancılı ontolojik geçişten sonra (bkz. ilk bölüm, tanımlar) ahlak felsefine girelim biraz da. İnsanın ereksel nedeninin mutluluğa ulaşmak olduğunu söylüyordu Aristo; nasıl bir mutluluktan bahsediyoruz? Anlık bir haz mı, ya da bir şey başarmanın coşkusu? Aristo mutluluğu genel bir yaşam biçimi olarak tanımlıyor. İyi yaşamak yani, canımızı sıkmadan, çok da coşmadan yuvarlanıp gitmek. Bunun içinde tek yapmamız gereken erdemli olmak. Hatta bir tablo yapmış galiba 11 erdemi tanımlayıp,  mesela kibir ve pısırıklığın ortasında  bağışlayıcılık var,  çekingenlik ve yüzsüzlük arasında tevazu, ya da korkaklık ile gözü karalık arasında cesaret. İşte bu 11 özelliğin içinden ortadakileri (Altın Orta)seçince doğrudan erdemli bir yaşama geçmiş oluyoruz, yani mutlu bir yaşam.  Ve aynı Sokrates gibi bu erdemlere ulaşmanın da eğitim yoluyla olacağını söylüyor Aristo. Yani insanın amacı bir nebze de,  kendini geliştirmek. Ama sadece bilmek de yetmiyor ona göre aynı zamanda doğru olanı seçmek de gerekli. Bireyler kendi iradeleriyle yaptıkları başkalarını bağlayan eylemler için sorumluluk kabul etmeli  Orta yolu seçmek, peh.. yani Aristo olmaya gerek yok herhalde bunu söylemek için.  Ama erdem teorisi, sırf merkeze insan mutluluğunu aldığı için bile önemli bir şey. Yeni ahlak sistemleri ya da kuralları icat etmek yerine Aristo’nun dediği gibi erdemli insanlar yetiştirmek yeterli sanki. Sonuçta insanlar uyumlu bir şekilde yaşamaya programlanmış toplumsal hayvanlar değil mi?

Buradan da devlet düşüncesine geçiyoruz Aristo’nun. Ona göre devletin ana amacı bu mutluluğu sağlamak, ne kadar güzel değil mi, halkının mutluluğu için çalışan bir devlet.  Bu mutluluk için gerekli eğitimi herkese vermek zorunda devlet, yani insanları bu orta yol erdemine çekecek eğitimi. Olabilir, zaten biz de demiyor muyuz keşke herkes eğitimli, okuduğunu anlayabilecek, kandırılmayacak seviyede olsa.  Sokrates ve Platon’un aksine demokrasiye daha atkın Aristo, birkaç iyi insandansa çoğunluğun egemenliğinin daha iyi olacağını söylüyor. Ve toplumun bireye olan üstünlüğü. Devletin  (Atina örneğin) iyiliği ve mutluluğu için bireyler yok sayılabilir. Sonuçta genel mutluluk önemli. Genel mutluluk olunca sonunda insan da bireysel olarak mutlu olacak.  Yine de faşist diyemeyiz Aristo’nun bu görüşleri için, çünkü o bağımsız düşünceye önem veriyor had safhada. Toplumla birey belli bir rasyonelliğe rağmen çakışırsa da orta yol diyip sıvışıyor hemen.

Demokrasi evet ama sofistlerden nasıl koruyacağız peki, güzel ama boş laflarla çoğunluğu etkisi altına alanlardan.  Sokrates’te gördüğümüz gibi iyi fikirler çoğunlukla popüler olana yenilmekte (her önem), insanlar fikirlerden çok karışıklık, ruh hali vb. farklı şeylerden etkileniyorlar.   Aristo sofistleri reddetmek yerine onların yöntemlerini iyi bir amaç uğruna kullanmayı düşündü. Retoriği öğrenip insanları kendisi ve devlet için iyi olana yönlendirmek gerekli, bunlar için de onları (duygularını, korkularını vb.)anlamak ve onlara inmek gerekli bir şekilde. Böyle olursa demokrasi amacına ulaşabilir.

Fizik/Metafizik kitabından devam edelim, astronomiye gireceğiz biraz ama daha çok teolojiye, o zamanki gök cisimlerine de değinmiş Aristo bu kitaplarda. Dünya merkezli sistem zaten malumunuz, Kopernik’e kadar böyle devam ediyor, resmi aşağıda/yanda/işte orada bir yerlerde görebilirsiniz. Her şey dünyanın etrafında dönüyor Ay, Güneş, Mars, Satürn (Oraya kadar geliyor gezegenler o zamanlar) en dışta da çeşitli burçlar, yıldızlar.  Tabii bunların birbirlerine göre durumu vb. derken dünyanın üzerinde çeşitli düzlemler olduğu, bu gök cisimlerinin de onların üzerinde bulunduğu, ve işte aslında dönenlerin de bu düzlemler olduğu düşünülmüş. Ayrıntı tabii, konumuzla alakası yok sanki.  Ama işte ether adı verilen 5. Elementten (gülmeyin)  yapılan bu düzlemleri de hareket ettiren bir şey, birisi olduğu düşüncesiyle Aristo’daki tanrı kavramına adım atıyoruz. En üsten en alta yaklaşık 50 (değişiyor) düzleme ilk hareketini verenler Aristo’nun mantığına göre tanrılar.  Aslında bu kısmı çok daha karışık, yani aslında her şeyin başlangıcı olan hareketi verenlerin bir şey yaratma ya da etki etme vb. gibi bir olayları yok. Hatta bir noktada bunların maddesel olmadığı, sırf düşünce olduğunu da söylüyor Aristo , ama zorlamaya gerek yok tabii. (5. Element dedim yukarıda, dünyanın ise diğer dört elementten yani ateş, hava, su ve topraktan yaratıldığını düşünüyor kendinden önceki bazı filozoflar gibi Aristo)

Aslında Aristo ile ilgili sorun insanların onu fazla benimsemeleri, birçok açıdan onun fikirlerinin yanı sıra bilimsel bulguları da sorgusuz sualsiz kesin olarak kabul edilmiş yaklaşık 2000 yıl boyunca, insanlar bir şeyi araştırmak yerine Aristo’nun o şeyi yazıp yazmadığını araştırıyorlarmış hatta. (Aristo’nun bazı eserleri orta çağın büyük bir kısmında kilise tarafından yasaklanmıştı çünkü)  Ama mesela, nasıl  doğadaki her şeyin dört elementten meydana geldiğini öne sürüyorsa, hayvanları da dörde ayırıyordu, havada, suda , toprakta ve ateşte yaşayanlar diye (ateştekiler ayda yaşıyormuş).Ya da yukarıdaki dünya merkezli gök sistemi , Galileo dahil bir çok kişiyi din düşmanı ilan etmeye yetmiş binlerce yıl sonra bile.

Daha toplumsal şeylere geçelim, dediğim gibi her şey hakkında yazmış Aristo, mesela sanat. Platon sanatçılara , doğal olarak trajedi yazarlarına sahtekar gözüyle bakıyordu zaten taklit olanı taklit etmeye çalıştıkları için, hatırlarsınız . Aristo bunlara daha olumlu yaklaşıyor. Oyunları izledikten sonra yaşanan Katarsis’in (Aristo’nun ruh dönüşümü, ruhun başkalaşması anlamında kullandığı bu kelime  günümüzde bilinç dışına itilmiş duyguların boşalımı olarak kullanılmakta) kötü duyguları temizleyeceğini ve trajedinin insanlara empati kurmayı öğrettiğini söylüyor Poetika kitabında. (Kitapta trajedi yazarlarına tavsiyeler de var günümüzün atölyeleri gibi 🙂

Etiğe dönelim tekrar, (Nicomakos Etiği, oğlu yayınladığı için bu adı almış büyük ihtimalle). Arkadaşlık olayı geçiyor burada. Aristo’ya göre üç tip arkadaşlık var,  ilki bolca aşina olduğumuz herkesin kendi keyfini düşündüğü arkadaşlık Burada herkes eğlence arıyor ve karşısındakinin kendisine sunduğu fırsatları bir şekilde değerlendiriyor. İkincisi stratejik arkadaşlık, kişiler birbirleriyle sadece bir çıkarları olduğu sürce arkadaş olutyorlar bu durumda da.  Üçüncüsü ise arkadaşını da kendin kadar düşündüğün gerçek arkadaşlık.  Arkadaşımızın üzüntüleri, mutluluğu bizim için de geçerli oluyor , böylece hayatlarımız iç içe girince daha akıllı, daha geniş, daha esnek daha tarafsız oluyoruz. Birbirlerimizin erdemlerini alıp kötü huylarını sıfırlıyoruz. Aslında iyi bir hayat yaşamanın temel öğelerinden biri böyle arkadaşlıklar, iyi bir insan olmayı sağlıyor.

Başka şeyler de var tabii ama biraz uzattım galiba, biraz Aristo’nun kendinden sonraki dünyadan bahsedip kapatayım iyice bunaltmadan. Etkileri 19. Yüzyıla kadar devam etmiş Aristo’nun, fiziği 17. Yüzyılda ancak kurtarabilmişler elinden. Kadınlar hakkındaki olumsuz düşünceleri Türk erkekleri tarafından halen kabul görmekte. Kilise odaklı Orta Çağ düşünce evreni (nerden aklıma geldiyse) başlangıçta Plato üzerinde şekillense, skolastik Felsefe ile Aristo’ya dönüyor. Bunun da en önemli kaynağı Aristoyu daha önce keşfedip çeviren İslam felsefesi.  Tabii bunları ortaçağa geldiğimizde anlatacağım, daha bir kaç bölüm var. 

Kısaca yüzyıllardan beri yerli yabancı hepimizin sevip saydığı bir figür olan Aristoteles’i tanımaya çalıştık bu bölümde. İster, sütüm kesilmesin/pekmezim dökülmesin tarzı altın orta felsefesi, ister hayatımızın bir bölümünü meşgul eden tümdengelimci mantığı,  isterse o kataloglama manyaklığı olsun, şu ana kadar gördüğümüz filozofların (hata bilim insanlarının) ötesinde bir adam.  Kendisi hakkında daha detaylı (belki daha doğru) bir şeyler öğrenmek isteyenler için internet (okumak istemeyenler için Youtube) deniz derya zaten. Ama en güzel Fularsız Entellik sitesinde açıklamış sevgili maymunumuz. İmmanuel Toltoyevski. Ben de faydalandım zaten oradan bayağı.

Önümüzdeki bölümde Helen ve Roma’da kalan felsefi akımlara bakacağız, başka şeyler de olabilir tabii her zaman:) Umarım bu kadar uzun sürmez ara, saçmalamam ben de çok fazla. İyi günler herkese.

Yorum bırakın