Merhabalar, bu bölümde daha önce ismi bolca geçen, Sokrates’i yarattığı düşünülen, o bildiğimiz cüce gezegenle (ve doğal olarak Roma yeraltı tanrısıyla) alakası olmayan, yüzyıllar sonra İngiliz bir felsefeci (Alfred Whitehead, ama çok önemli biri değil) tarafından “Tüm batı felsefesi tarihi Platon’a düşülmüş bir dipnottan ibarettir” sözü ile başı göğe eren, ülkemizde (daha çok x kuşağı ve öncesi tarafından ) Arapçası nedeniyle Eflatun olarak da bilinen (Arapçada p harfi olmadığındanmış galiba) bu yüzden de kulağa diğerlerinden daha sempatik gelen Platon’u açıklamaya çalışacağım biraz.

Platon’u (ve dolayısıyla Sokrates’i) günümüze kadar taşıyan yaklaşık 35 kitabı var. Üstelik bunların tamamı diyaloglardan oluştuğundan, bu sayfaları okuyan hemen herkesin sıkılmadan okuyacağı ve eğlenceli felsefe dersleri ayağına bir atölye kurulup sırf kitaplardan yolu bulunabilecek tarzda şeyler. Bu diyaloglar, daha sonra yapılan teknik analizlerle, erken, orta ve geç dönem eserleri olarak ayrılıyor ve erken dönem eserlerinde geçen şeyler daha çok Sokrates’e atfediliyor.
Platon’un başka bir olayı sadece etiğe ya da maddenin varlığına değil bir çok olaya el atmış ve bunlarla ilgili 35 kitap yazmış. O kadar mı işsizmiş diye düşünmeye başladıysanız evet, kendisi aristokrat bir aileden geliyor, köleleri var, bir ara öğretmenlik yapmış Sicilya’da 1.Dionysus’un oğluna ama düşünmekten başka yaptığı bir şey yok kayda değer. (Ekleme: Aslında hayatının sonuna kadar akademisinde insanları eğitmiş, ama taş taşımamış yaniJ

Aslında siyasete atılmasını istemiş ailesi hep, çok köklü bir aileden kendisi. Demokrasiden sonra prestij kaybetmişler tabii. Ama gerek Pelopoonez savaşındaki mağlubiyet, gerekse geçen bölümden hatırlayacağınız hocası Sokrates’in idamı, Platon’un demokrasiye karşı inancını yıkmış ve Felsefe’de karar kılmış ünlü Filozof.
Kısa bir ara verip bu söylenmesi zor savaşa da gireyim. Peloponez bildiğiniz Mora yarımadası, yani şu anki Yunanistan’ın alt kısmı. Daha önce söylediğim gibi şehir devletleri var farklı şekilde yönetilen buralarda. Bunlarda en güçlüsü bahsettiğimiz demokratik Atina ve militer bir şehir olan Sparta (Biraz daha sol altta haritadaJ Bu bahsettiğim savaş da Perslerle yapılan (hani şu 300’deki) savaştan üstün deniz gücü sayesinde bir nevi süper güç olarak çıkan Atina ile (Demek sadece 300 Spartalı kurtarmıyormuş:) ondan korkan Sparta ve diğer devletler arasında 27 yıl boyunca devam ediyor. Bir Sparta, bir Atine derken veba oluyor, Sparta yine üste çıkıyor Atina’nın deniz gücüne rağmen. Bunun üstüne bir de eski düşman Persler topa girince onların yardımıyla kendi topraklarına hapsediyorlar Atina’yı. İşte bunu gören Platon’da da bir nevi Sparta hayranlığı baş gösteriyor ama buna daha sonra değineceğiz her zamanki gibi.

Dediğim gibi her şeye bulaşmış Platon, o yüzden parça parça gidelim. Eminim arada size hitap eden bir şeyler bulabilirsiniz.

Öncelikle Platon ruhun ölümsüzlüğüne inanıyor. Ortaçağ Hıristiyanlığının Platonla bir bağ kurmasının belki de en önemli sebeplerinden biri bu. Ona göre her şey doğuştan. Tabii bunu ispat yolu saçma geliyor bize. Arkadaşının kölelerinden birini sorguluyor, kölenin mesela üçgeni bildiğini görüyor. O da olanca bilgeliğiyle,”Allahın cahil kölesi bile biliyorsa kesin doğuştan geliyor bilgi” kuramını atıyor ortaya. Göreceli tabii, ama günümüze kadar bolca takipçisi bulunan bir görüş – köle kısmı değil tabii ki-
Ruh ölümsüzse eğer doğduğumuzda bazı şeyler olmalı diye düşünüyor ruhumuzda Platon. Ve Sokrates’de ana erdem olan bilgiye dönüyor sonra. Öğrendiğimiz bilgiler aslında sadece hatırladıklarımız diyor kendisi, yani öğrenmek aslında hatırlamaktır. Tabi burada hatırlamak unutulmuş bir şey değil, daha çok İngilizce “recognize” kelimesi gibi, sezmek, çözmek belki eski bilinmeyen bir anıdan. Bu anı nereden geliyor peki Platon’a göre?

İdea kavramı giriyor burada hayatımıza. Platon’a göre yaşadığımız dünya dışında bir yerlerde (tinsel olarak- ya da ruhani bilmiyorum) tüm ideaların bulunduğu başka bir dünya var – ortak bir hafıza belki de. Bu idealar bir şekilde ruhumuzda mevcut -ölümsüz nasılsa ruh- oradan hatırlıyoruz her şeyi. Nasıl oluyor kısaca açıklayayım. İdea dediğim bir şeyin – daha doğrusu bir şeyler grubunun- en temel, ana ya da en güzel hali. Kalıp ya da şablon gibi . Ama mükemmel. Şöyle, milyonlarca çeşit çiçek var belki yeryüzünde, ya da kaya, ya da daire . Ama çiçek, kaya ya da daire ideası bir tane. Saf ve ideal bu çiçek ideası kafamıza kazınmış bir kere, nerede görsek biliyoruz gördüğümüz şeyin bir çiçek olduğunu. Ya da başka bir şey söyleyeyim, cep telefonu ideası Platon’un ruhunda mevcuttu belki, ama görmedi ve tanımadı hiç, görseydi hatırlar mıydı, onu da bilmiyorum:) Uygun bir örnek oldum mu, onu bile bilmiyorum, sadece kafanız karışsın diye ekledim, sorgulanmayan hayat, hayat değil nasılsa. Ama sadece somut şeylerin ideaları yok, onu biliyorum en azından. Mesela adalet ideası var, güzellik ideası var, koşmak ideası var, olmak ideası var. Hatta bu idealar dünyasındaki hiyerarşiye göre en üstte olmak ideası… yok o ikinciymiş en üstte iyi ideası varmış. Yani iyilik bütün ideaları kapsayan bir şey.

İdeaları göremiyoruz tabii biz sadece onların normal hayattaki yansımalarını görüyoruz. Platon bunu – daha geç dönem metinlerinde- mağara alegorisi ile açıklamaya çalışıyor. (Platon deyince mağara demek adettendir, unutmamalı) Resimleri her yerde var anlaşılması için, buraya da eklerim telifsiz. Ama şöyle bir şey kısaca. Bir mağarada karanlık duvara bakan mahkûmlar var, doğduğundan beri zincirli. Bunların arkasında ateş var. Aradan birileri bazı şeyler (Tavşan, kuş, elektrik süpürgesi vb.) geçiriyor ama mahkûmlar şu ana kadar sadece bu şeylerin gölgesini görmüş. Yani tavşanın nasıl olduğuna dair tek fikirleri o gölge. İşte biz de bunlar gibiyiz diyor Platon. Hayatımız boyunca gölgeler içinde yaşıyoruz. Tavşanın gerçek halini zincirlerimizi koparmadan göremeyiz asla. Sadece çok az kişi gerçek bilgiye ulaşmak için zincirlerini koparmayı başarabiliyor ve ideaları “görebiliyor” Bunlara da bekçiler diyor kendisi ve 5400 lira maaşla geceleri Atina sokaklarında çalıştırıyor bu arkadaşları. (Bekçi başka yerlerde savaşçılar olarak da kullanılmış, o yüzden isme fazla takmayın bence, yoksa yanlışım çıkacak ortaya:)

Kapalı bir sistem bu Platon’unki. Bir şeyi kabul edince diğerlerini de kabul etmek gerek sanki. Zaten ilk dönemlerde bu idealar dünyasının apayrı bir yer olduğunu öne sürerken daha sonra bu bekçiler ortaya çıkıyor. Bilgi konusunda da deneysel bilgiyi tamamen yadsıyor bir şekilde kendisini matematik gibi zihinsel becerilerde eğiten birisinin gündelik deneyimin ötesinde daha iyi ve daha gerçek bir idealar dünyası olduğunu fark edeceğiniz söylüyor. Yani akıl yoluyla idealara ulaşmak mümkün galiba. Ama bekçi olma şartları günümüzdeki gibi belirgin değil, zincirlerimizi nasıl kırmamız gerektiği muallâkta hep.
Ruhun ölümsüzlüğünün yanında bu iki dünya olayı da, dini inançların ortak yanlarından. Hemen hepsinde var olan şeylerin göründükleri gibi olmadıkları, dünyevi şeylerin dışında, hayatımızı etkileyen başka güçlerin de bulunduğu fikri öne çıkıyor. Ama Platon’un bu kadar önemli olmasının sebebi sadece bu değil tabii ki.
Devlet kitabında idealindeki yönetimi tanımlıyor filozof binyıllar önce. Demokrasinin zararlarını fark ettiğini daha önce görmüştük. Sokrates gibi düşünüyor o da. Anakin’in Padme’ye sorduğu soruyu soruyor, güçlü bir devlet (yani Sparta) olmak için ne yapmalı.

Öncelikle bilge yöneticiler olması lazım elbette, Döneminin popüler insanları zenginler ya da önemli sporcular. Bunlar hep gençleri kötü etkileyen insanlar. Onun öngörüsü bir filozof-kral. 50 yaşına kadar eğitimden geçecek toplumun altın sınıfından gelen, her konuda bilgili mantıklı kararlar verebilecek bir yönetici. (Biraz kendisini andırıyor di mi:) Altın sınıf dedim . O da şöyle. İnsanların doğuştan belirlendiğine inanıyor (ya da kutsal bir yalan olarak bunun halka inandırılmasını sağlamak istiyor- karışık biraz oralar, inanıyordan gidelim bizJ Herkesin hamurunda Altın , Gümüş ve Demir/Tunç metalleri var ona göre . Vücuttaki gibi düşünüyor. Baş,göğüs ve karın. Yöneticiler- yani başlar- bu altın insanlar arasından seçilecek , Filozof Kral da öyle tabii. Askerler, koruyacak göğüs gibi, gümüş insanlar onlar da . Sonra da çiftçi ve işçiler onlar da üreticiler, demir ve tunç. Kadın, köle ve yabancılar insan değil zaten. Gerçi Platon nispeten daha ılımlı kadınlara karşı. Bu sınıflar kendi aralarında yaşayıp üredikleri için yönetici sınıfa dahil olan kadınların da bir eğitimden geçmelerini, yönetimde söz sahibi olmalarını ve dolayısıyla daha parlak çocuklar yetişmelerini öngörüyor. Ama mesela kadın rahminin bir hayvan olduğunu da düşünüyor, orası ayrı. Yöneticiler doğan çocukları iyi gözlemlemeli ona göre. Arada yönetici sınıfından birisinin bebeğinin hamurunda altın yoksa, ya da mesela çiftçilerin arasında gümüş hamurlu birisi çıkarsa sınıf değiştirebiliyor. Hindistan’daki Kast Sistemi gibi ama biraz daha gevşek sanki. Tabi bulunduğumuz zamandan bakınca kesinlikle uygulanamaz ayrılıkçı bir şey olarak görüyoruz bunu. Ama Platon bu yöneticilerin dürüst erdemli, serveti olmayan , devletin iyiliğinden başka bir şey düşünmeyen insanlar olacağını düşünüyor. Ha bir de yöneticilerin ülkenin iyiliği için gerekirse yalan söyleyebileceği olayı yani “soylu yalan” var ama girmeyelim artık o konuya da. Karl Popper girmiş zaten 20 yüzyılda ve diktatörlerin Platon’un bu fikirlerini kendilerini haklı göstermek için kullandıklarını söylemiş. Üstün insan , zayıfların ayıklanması bir şeyler hatırlatmıştır size herhalde.

Zaten siyasette hiçbir zaman başarılı olamamış Platon, ama en azından böyle yöneticilerin yetişmesine önayak olmak için dünyanın ilk yüksek okulu olan Akademi’yi kurmuş. Burada Aristotales de dahil olmak üzere bir çok öğrenci okumuş ve yaklaşık 300 yıl ayakta kalmış (Kurucusu öldükten sonra ayakta kalan ilk okul aynı zamanda) Sadece Matematik, Bilim gibi dersler yok akademide iyi bir insan olmayı, estetiği ve sanatı da öğretiyor kendisi ve seçtiği öğretmenlerle Platon. Belki görüşlerini Atina siyasetine hiç bir zaman sokamamış ama bir şekilde dünyanın çehresini değiştirecek öğrenciler eğitmiş Platon.

Sanat dedim oraya da gireyim. Aslında döneminin şairlerine yani sanatçılarına karşı Platon, İdealara ulaşmanın esas olduğu bir dünyada insanlara onların taklitlerinin taklitlerini gösterip duruyorlar. Boş bir açıdan yaptıkları. Oysa ona göre güzellik ideası en üsttekilerden biriy ve insanın kulağına güzel şeyler ve doğruyu fısıldamak zorunda. Ve böylece bu sanat sanat içindir toplum içindir olayına ilk defa giriyor Platon. Güzellik deneyimi ile bilimsel gerçeklik deneyimi arasında temel bir bağ olduğunu iddia ediyor ve estetiğin felsefenin sorunlarından birisi olduğunu söylüyor. Sanatın gerçeği taklit etmesi gerektiğini, ona ulaşması gerektiğini, onu değiştirmeye çalışmaması, oynamaması gerektiğini öne sürüyor. Gerçek sanatın bir terapi görevi de göreceğini söylüyor hatta. Gerçeği çarpıtarak, öyle olduğunu iddia edenlerin de şehirlerden sürülmesi gerektiğini iddia etmiş zamanındaJ

Plato’nun felsefesi kendini tamamlama üzerine kurulu aslen (Eudomania) diyor bu tamamlamaya. Günlük yaşamın ıvır zıvırından (Doxa) uzaklaşıp gerçeği bulmaya çalışmalıyız tıpkı Sokrates’in dediği gibi. Duygularımız/duyularımıza güvendiğimiz noktada vahşi atlar tarafından sürülen kontrolsüz bir arabada oluruz, onların bizi götüreceği yer büyük bir ihtimalle belirsizdir. Oysa baş/akıl bu atların kontrolünü aldığı noktada bekçiliğe biraz daha yaklaşırız.
Gerçek sevgiyi de hayranlık olarak görüyor Platon. İnsanlar kendilerini daha da geliştiribilecek insanlara ilgi duyar ona göre. Ve sevgisinin /sevgilisinin kendisini değiştirmesine izin vermek zorundadır daha iyi olmak için.

Yani iyiye doğru her şeyin mübah olduğu bir yolculuk gibi Platon’un evreni. Artılar var hayatımıza katabileceğimiz, eksiler de. Buna tabi karar verecek olan yine bizleriz. Ben burada öğreten adam modunda olsam da şu doğru bu yanlış , bunu yapın şunu yapmayın olayına giremem asla. Zaten şu ana kadar anladığımız gibi, felsefenin olayı da sorgulamak, sadece sorgulamak.
Evet büyük adammış anladığımız kadarıyla Platon da, kendisinden sonraki 1000 yıl yaklaşık sadece onu konuşmuş batı dünyası, hala da görüşlerinden etkilenen bolca insan var. Bundan sonraki arkadaş ama biraz daha önemli sanki, felsefeye katkıları daha fazla diyebiliriz . Evet 3. Filozof Aristo’dan bahsediyorum. Bir sonraki bölümde görüşürüz.
[…] idealar teorisini hatırlıyorsunuz değil mi hani şu mağaralı olan. (Yani o kadar çok oldu ki, şuradan kontrol etmekte fayda var) İşte akademinin başlarında öğrenmiş ve benimsemiş bu öğretiyi […]
BeğenBeğen