Bir dosyam var benim, “Yeni metin belgesi” gibi (adı farklı sadece) . Biliyorum birçok kişinin vardır böyle takıntıları. Sonuçta daktiloyu bıraktı herkes, bilgisayara evrildik bir şekilde Belki de sadece ben, yazım kötü olduğu, çok kötü olduğu için belki de. Evrimle teselli ediyorum belki kendimi. Yazdığım şiirin silinmesini aptallığıma değil de evrime bağlamak daha çok tatmin ediyor beni belki de. Shakespeare’in de böyle kaybolan metinleri var mıdır acaba, beğenmediği için buruşturup attığı başka bir Hamlet olabilir mi? Yine akıl oyunları. Benimki gibi kazara olmadı ki o. Ben en az on altı güzel dize yazdığımı biliyorum tekrar yaratılamayacak. O Macbeth’in benzeri binlerce sayfa yazdı belki ama sonunda mükemmele ulaştı, benimki sadece kaybolan bir gece yarısı saçmalığıydı aslında. Kafiyeli de olsa, aşk ile ilgili de olsa bir Romeo değildi benim şiirimde konuşan. Kendi rüyamı bile yazmamıştım. Sadece bildiğim (aslında bilemediğim) kadarıyla aşkı anlatmaya çalışıyordum dinlemeye istekli olanlara. Başlangıcı “Cabaret” gibi ya da ona yakın yaptığıma emindim ; “Guten Tag, Merhabalar, Bon Soir” diye. Sonrasını da kendi istediğim gibi, kendi şarkımla anlatmaya meyilliydim tabii ama kafiye denen, davranışlarımın sınırlarını belirleyen ve en başından beri benimle birlikte olan o şey kontrolü ele aldı. Öyle ki o anlardan aklımda kalan şeyler sadece kafiyeler; acayip, sorular ve münasip gibi. Kafamda bir plan var mıydı bilmiyorum, bilmiyorum kelimesini bolca kullandığımı biliyorum ama.
Sonuçta yazdığım on altı dizede anlatmak istediğim sadece bilmediğimdi, aşkın nasıl bir şey olduğunu, gerçekten kelebeklerin uçuşup uçuşmadığını, Travis’in dediği gibi “her şeyin üstesinden gelip gelemeyeceğini” ya da en azından beni (her şeye rağmen) hiç aşık olup olmadığımı anlatmaya çalışmıştım galiba. Tabii şimdiki gibi değil, KAFİYELİ bir şekilde. Hala kafiyeye aşık olan var mıdır bu devirde bilmiyorum gerçekten (bu da iki defa kullanmamaya özen gösterdiğim kelimelerden biriydi sanki şiirde)
Devam etmeliyim galiba, buraya kadar yazdım en azından kaçabilecek bir yerim yok yani. Ama kaybolduğu için şiir, en azından, daha bir karar vermedim bundan sonraki kısmı nasıl yazacağıma.
Belki de karıştırsam daha iyi olur
Nasıl bir boşlukta olduğumu çözemez kimse
O kafiyeler yığınında her şey kaybolur
Güzeli yeğler, insan diğer seçeneklerdense
Aşkın yok ettiğine değil de yaptığına
Yalanlara değil de hayallere inanmak ister
Zaten bir gülücük, bir evet yeter aşık olana
Sonra hep sırıtmayla geçer günler, geceler, şehirler
Ama bu kadar olumlu olmayacaktı elbette benim şiirim. Benim aşklarım (eğer varsalardı tabii) bu kadar mantıklı olmamıştı ki hiç. Gerçek dünyadan uzaklaştığımızda, şarkılarda, şiirlerde, öykülerde her şey mükemmeldi evet, ama rüya gece yarısı sona erdiğinde gökyüzündeki o dolunay telefon rehberine dönüşüyordu. Öpücükler de istenmeyen kelimelere. En güzel dizeler, o en beğenilen çeviriler bilinmeyen dillere dönüşüyordu aniden, Klingon uzmanların inceleyip uygun bulmadığı. Bir Elliot Smith samimiyeti yoktu benim hayatımda, kimse aşık olabileceğime inanmıyordu, kimse ölebileceğimi düşünmüyordu aynı şekilde. O zaman neden bitirmem gerekiyordu ki aşkla ilgili bir şiiri?
Bütün renkler geçiyor önümden tek tek
Her gece seni arıyorum saçma sapan bir dünyada
Senin başka bir evrende yaşadığını bilerek ve isteyerek
Hala seni görüyorum rüyalarımda yanımda
Karanlık da olsa gözlerimin önümdeki bütün dünya
Aynı rüzgâra tabii olsa da tüm sevenler ve sevilen
Kaçıyorum gerçeklerden, erteliyoruz hep sonraya
Elimizde son kalan ufacık bir sızı, henüz ölmeden
Nasıl olurdu, olabilirdi hayalleri ile birlikte
Ağlayışlar, pişmanlıklar ve keşkelerden sonra
Nihayet aşık olabileceğimi anlıyorum son nefeste
Ama o kafiye, uyak, şiir, yıkıyor her şeyi sisli dağlar gibi
Sisli dağlar uyandırıyor beni uykumdan. Gerçek, hülya, Dire Straits, hepsi başka bir gecenin başka bir sıcaklığın dizeleri tıpkı “Romeo ve Juliet” gibi. Güneş cehenneme kaçmış, ay yine burada olağan korkutuculuğuyla. Cesaret diyor uzaklardan bir ses, Barış Manço belki. Tüylerim ürperiyor tam da deyimler sözlüğünde bellettikleri gibi. Nehrin üzerindeki tekneye (tam da şarkıda anlattıkları gibi) atlıyorum ve ağlamadan, şiir filan yazmadan, sevmeden, belki de sevebiliriz diye diye, belki de bilerek, belki de isteyerek, çekiyorum kürekleri ulaşmak için.
Gidiyorum Charon’un kayığında sonsuza
Tıpkı çöldeki hayır okyanustaki bir kum gibi
Hayatımı endekslemişim saçma bir yıldıza
Yine de aklımda tek bir peri, olmasa da bir sebebi
Dünya yavaş yavaş kapanıyor bana
Aşk böyle saçma ve gereksiz bir duygu
İşte coşku ile delilik tam da yan yana
Yine de hiç bir şey dolduramıyor o boşluğu
Rüzgâr azalıp duman aşağı indiğinde
Ve ben geç de olsa aptallığımı fark ettiğimde
Her şeye rağmen ya bensem diye düşünüyorum yine de
Aşk böyle bir şey, hayal kurmak Don Kişot gibi
Yok aslında bambaşka bir şeydi benim en baştan beri yazmak istediğim, hem kim böyle bir şiir ister ki? Aşk bir sudur modunda bir şey, evet aşktan hiçbir şey anlamayan birisi olarak komik bir şeylere girebileceğimi düşünüyordum, ama saçmaladım her zamanki gibi. Neyse alışmışsınızdır zaten bu bitmeyen kâbusa. Hala okuyorsanız aranızda “Şu beceriksizliğinden vazgeçse de kaybolmayacak şiirler yazsa” diyenler de vardır herhalde. Ne yazık ki ben hala aynı aptalım ve aynı text dosyasının sonuna yazıyorum şiirlerimi, silime pahasına. Kadere de bu kadar inanıyorum işte ve dosyanın adı “Parker Pyne”. Herkese iyi geceler.
.👌👌👌
BeğenBeğen
🙏
BeğenBeğen
Welcome 🤗
BeğenBeğen