İnandığımız Masallar  101-Yaratılışlar (3.Bölüm)

Evet, Titanları anlattık, tanrıları anlattık bir de insanoğlu’nun (Mankind humankind oldu herhalde ama buna insan insanı gibi bir ad verilmedi galiba. İnsanoğlu/kızı da diyebilirdim gerçi, neyse) doğuşuna geçelim eski Yunandaki. Sanki binlerce yıllık bir ara vermişiz gibi değil mi? Neyse ki “İnandığımız Masallar”a yeni başlayanlar fark edemeyecek bu boşluğu, ben de saçmalamayı kesecek kadar olgunlaşmadım zaten bu arada:)

Evet devam edelim. Nerdeydik? O bildik Olimpos tanrıları iktidarı ele geçirmiş vur patlasın çal oynasın modunda yaşıyorlardı dağda. İnsanların öldükten sonra gideceği yerler de yaratılmıştı Hades’in emrinde. Yani tek sorun buraları doldurmaktı:)

İnsanların sahneye girişleriyle ilgili iki ayrı öykü var. İlki MÖ 2. Yüzyıl’da Atina’da yaşamış tarihçi ve bilgin Apollodoros’un Kütüphane isimli kitabından. (Tabii o da derlemiştir muhtemelen ama onun eserinde görüyoruz biz bu öyküyü). Hatırlarsınız bu Titan savaşları sırasında iki Titan oğlu vardı Olimposların yanında savaşa katılan; Prometheus ve Epimetheus. (Çoğu yerde yarı tanrı olarak geçiyor Prometheus) İsminin anlamını “ileriyi düşünen” olan Prometheus, zekasıyla Titanomakhia’nın önemli karakterlerinden biri olmuş. İşte Zeus insanları (ve diğer canlıları)  yaratma görevini bu iki kardeşe vermiş. (Başka bir kaynakta Prometheus’un erkek ve kadını tek başına ıslak kilden yarattığı söyleniyor.)  İsminin anlamı “sonradan düşünen” olan Epimetheus ise önce hayvanları yaratmış ve en iyi armağanları (kuvveti, çevikliği, cesareti, kurnazlığı, kürkleri, tüyleri, kanatlan, kabukları, vb.) hep onlara vermiş. Sonra pişman olmuş ve durumu kardeşine anlatmış. Prometheus da insanı diğer yaratıklardan daha üstün kılmak için onlara tanrılara benzeyen soylu bir biçim vermiş. Sonra da gökyüzüne çıkarak onlara bütün diğer armağanlardan üstün olan ateşi vermiş. Bu ateşin çalınışı ve Prometheus’un aldığı cevaba sonra değineceğiz. Ama diğer versiyona geçmeden önce başka bir hikâye daha anlatalım, insan neslinin yeniden yaratılışını belki de.

Bir nesil sonra (her zaman sinirlenecek bir şey bulabilen) tanrıların kralı Zeus insanları yok etmek için bir tufan göndermiş yeryüzüne (evet bolca karşılaşacağız bu seride tufanlarla:) Sadece iki kişi kurtulabilmiş bu felaketten; Prometheus sayesinde tahta bir sandık yapan oğlu Deukalion ve eşi (Epimetheus ‘un kızı) Pyrrha.  Neyse ki babası kadar isyankar olmayan Deukalion tufandan sonra tanrıların tanrısına şükranlarını iletmiş de Zeus bu iki seveni bağışlamış. Sular çekildikten sonra Parnassos’a inen karı koca; kaygan, yosunlu taşlardan yapılmış bir tapmağa gelmişler. Yaşayan tek insanlar olarak ne yapmaları konusunda tanrılara yakarınca (Adem ve Havva kadar ileri görüşlü değiller tabii:) bir ses duymuşlar; Sonra bir ses duymuşlar“Yüzlerinizi örtün ve annenizin kemiklerini arkanıza atın.” Başta anlamasalar da daha sonra “Bizim annemiz topraktı, onun kemikleri de taş Kimseye zarar vermeden onun taşlarını arkamıza atabiliriz” demiş Deukalion karısına. Öyle de yapmışlar. Arkalarına attıkları taşlar yere değer değmez birer insan biçimini almış. Bu insanlara “Taş İnsanlar” demişler ve böylece insan soyu yok olmaktan kurtulmuş.

Farklı versiyonlar da vardır elbette. Ama bu öyküyü burada bitirip Yunan mitolojisini (ya da teokrasisini) düzenleyen en önemli isimlerden Hesiodos’un yaratılış hikâyesine geçelim isterseniz.

Hesiodos insanların oluşlarıyla ilgili fazla bir şey söylemiyor aslında. Onun hikayesinde Kronos’un  zamanından beri etrafta insan ırkı (buldum işte insanoğlunun yerine geçecek bir kelime:), Olimposlular zamanında biraz daha göz önüne geliyorlar sadece sanki.

İşte savaştan sonra kurban edilen bir boğanın etinin hangi parçalarının tanrılara sunulacağı ve hangilerinin insanlara bırakılacağı konusunda tartışma çıkınca, Prometheus devreye girmiş ve bir boğanın derisini yüzüp postunu ek yerlerinden birleştirerek iki adet ağzı açık çuval dikmiş. Çuvalın birinin altına hayvanın en cazip yerlerini koyup üzerini işkembe ile örtmüş, diğerini ise kemiklerle doldurup üstüne bolca parlak içyağı ile kaplamış. Daha sonra iki çuvalı da Zeus’un önüne koyup istediğini seçmesini söylemiş. Zeus – Erol Taş modunda-  hemen parlak yağlarla kaplı çuvala atlamış ve kemiklere razı olmak zorunda kalmış, kararını da değiştirememiş. Ama sonra Prometheus’un arkasından konuşup alay ettiğini öğrenince insanlığı ateşten mahrum bırakarak cezalandırmış (Çiğ köftenin icadı:)

Eee, Prometheus bu, en büyük keramet mangalı insanlardan esirger mi, bir yolunu bulup Olimpos’daki güneşten ateşi çalmış ve insanlığa geri vermiş. İşte bu da bardağı taşıran damla olmuş. Önce insanoğlunun başına (Burada insanoğlu ibaresi doğru ama. Mangal sevdasından şüphelenmişsinizdir belki, o dönemde sadece erkekler varmış dünyada) gelebilecek en büyük felaketi yaratmış, daha doğrusu yaptırtmış topal oğlu Hephaistos’a, yani kadını.  Olimpos tanrılarının hepsi kendilerinden bir şeylerle donatmışlar bu ilk kadını ve Zeus alık kardeş Epimetheus hediye olarak göndermiş Pandora (evet o Pandora) adlı bu kadını. Başta abisinin “Zeus’tan gelen hiçbir şeyi kabul etme” sözünü hatırlayan Epimetheus kibarca reddetmiş bu hediyeyi.

Bunu gören Zeus durur mu hiç, ya tutarsa – yok, bu başka bir yere girecekti (Deja vu). Neyse amansız düşmanı (Nemesis) olma yolunda hızla ilerleyen Prometheus’u çıplak bir halde Kafkas Dağları üzerinde bir kayalığa zincirlemiş ve bir kartalı adamın her gün yeniden oluşan karaciğerini yemekle görevlendirmiş. Bunu gören Epimetheus haliyle tırsarak kendisine gelen güzel, alımlı ama aynı zamanda, aptal, sinsi ve meraklı hediyeyi kabul etmiş ve Pandora ile evlenmiş. Sonrası bildiğiniz kutu hikayesi. Tanrılar açılmamasını istedikleri bir kutuyu veriyorlar kızın eline (belki de düğün hediyesi). Ne olacaktı ki, açıyor tabii Pandora ve dünyadaki tüm kötülükler dağılıyor insanlığın üstüne. Bir tek Umut’a sahip çıkabiliyor Pandora. (Başka bir versiyonu için 🙂

Neyse bu nispeten daha iyi bilinen öykülerden sonra Hesiodos’un insan nesilleri ile ilgili yazdığı şeylere bakalım bir de.

Beş kuşaktan oluşuyor insan ırkı Hesiodos’a göre . İlk kuşak Altın Irk. İnsanların olabilecek en iyi hali bu ırkın fertlerinde toplanmış; iyi niyetli tanrılara saygılı, dürüst, saygılı, barış yanlısı (ve Erkek yukarıda belirttiğim gibi:)) Böyle olunca tanrılar da onlara hep iyi davrandı. Yediler, içtiler, eğlendiler, mutlu bir ömür sürdüler ve huzurla öldüler. Ruhları da bulutların arasına saklanıp ülkelerin üzerinde dolaştı ve sonraki nesillere dürüst yaşam sürmenin önemini öğrettiler.

Bundan sonra Gümüş kuşağı yarattı Zeus. Bunlar  (Zeus yattığından belki) altın ırktan çok daha az
erdemliydiler. “Vücutları geçen zamanla olgunlaşsa da, Gümüş Irk ruhça çocuk kaldı. Yüz yıl boyunca her çocuk, öteki insanların dostluklarından da, öğretiminden de uzak, evde annesiyle birlikte kaldı. Bu ölümlüler, bu süre boyunca yaşamlarını sadece çocuksu zevkleri kovalamaya adadılar. Sonuç olarak, Gümüş lrk’ta yetişkinlerin yaşamları kısa ve mutsuzdu. Birbirlerine nezaketle, hoşgörüyle davranmayı
asla öğrenemediler. Bencil davranışları adaletsizliğe, savaşa neden oldu. Ölümsüz tanrılara saygı göstermediler. Onları memnun etmek için hiçbir çabaları olmadı. Gümüş Irk, ne tanrılara ne de ölümlülere saygı gösterdiğinden Zeus onlara kızdı. Tanrıların ve Ölümlülerin babası, iklimi sonsuz bahardan, kışın dondurucu soğuğuyla yazın kavurucu sıcağı arasında değişen dört mevsime çevirdi.
Kayalarla gölgeli ormanlık alanlar havadan yeterli korunmayı sağlamayınca, Gümüş İrk ilk evleri inşa etti. Yiyecek şimdi o kadar bol değildi. İnsanlar öküzleri çiftler halinde bir araya getirip tarlalarını sürdüler. Önce darı tohumlarını ekmek, sonra da olgunlaşmış başaklarını toplamak İçin ekim mevsiminde her gün didindiler. Zeus, onların dünyadaki yaşamlarını erkenden sona erdirdi. Vücutları toprağa karıştığında ruhları yeraltına girdi.”

Fark ettiğiniz gibi Gümüş Irkı başka bir kitaptan alıntıladım üşengeçlikten(Donna Rosenberg- Dünya Mitolojisi). Bronz ırkta devreye gireceğim gerçi ama önce dikkatimi çeken bir şey söyleyeyim. Altın ırk Adem ve Havva’nın cennet bahçesindeki günlerini yansıtıyor sanki, Gümüş ırk ise cennetten kovulduktan sonra olan biteni. Neyse devam edelim.

Sırada Bronz Irk var.  Bunlar tunç kullanan insanlar, galiba tarihe ılımlı bir geçiş yapıyoruz dinden. Bronz ırk bir öncekinden daha aşağılık, daha acımasız. Tanrılar içinde en çok savaş tanrısı Ares’i seviyorlar.  Kılıçla yaşıyorlar , güçlüler ama kalpleri en sert kaya kadar tepkisiz. Güçlerine rağmen genç ölüyorlar, arkalarında iyi anılmalarına değecek hiçbir şey bırakmadan.

Sırada Titanyum  – yok, yok daha keşfedilmemişti o, burada maden yok – Kahramanlar Irkı var. Burada Hesiodos kendinden önce anlatılan yüce insanları kendi ırkıyla bir görmediği için herhalde böyle bir dönem kurguluyor, ya da daha önce üretilmiş dönemi ekliyor kitabına.  “Bu ırkın insanları Gümüş ya da Bronz Irk üyelerinden daha soylu, daha erdemliydiler. Bazıları Troya’yla yapılan savaşta ve başka savaşlarda öldüler. Ancak Zeus, hayatta kalanları dünyanın kenarındaki kutsanmış adalara yerleştirdi. Kahramanlar hâlâ orada, Okeanos kıyısı boyunca, yılda üç kez bal tatlısı meyve ürünü aldıkları ülkede
yaşarlar. Keder artık onlara dokunamaz; sadece normal yaşamlarında kazandıkları onur ve görkem yaşar. Zeus tarafından Tartaros’taki tutsaklığından bu amaçla serbest bırakılan Kronos’un yönetimindedirler.”

Evet yine alıntı aynı kitaptan. İşte Herkül, Perseus vb. daha önce duyduğunuz tanrı olmayan kahramanlar hep bu ırkta.  Son olarak Hesiodos’un (ve tabii ki bizim de) ırkımız geliyor dünyaya. Teneke, pardon demir ırk (ne farkı varsa). Kederle harmanlanmışız, gene  pek çok insan ölüyor.
İnsanlık tarihindeki en kötü suçlar bizim zamanımızda işleniyor. Buna rağmen bir suçluluk hissetmiyoruz.  Adalet, inanç dünyayı terk etmiş; yerlerini ihanetle hile, şiddetle açgözlülük
almış. Biz başkalarının gereksinmelerini düşünmüyor, dünya nimetini paylaşmıyoruz. Bunun yerine, dünyanın yüzeyini pek çok özel mülke bölüp kendimize olabildiğince çoğunu ayırırıyoruz. Gemiler inşa ediyor, daha fazla zenginlik elde etmek için bilinmeyene açılıyoruz. Toprak bizi zengin etti ama bu metaller savaşa neden oldu. Her yer kana bulandı. Eğer bu gidişi düzeltmezsek davranışlarımız bizi yok edecek. Dünyada yaşamaya uygun olmadığımızı anlayan Zeus bizim Demir Irkı da yok edecek.

İşte böyle, Hesiodos sayesinde öğretici ve düzeltici bir şekilde bitiriyoruz bu bölümü de. Şaka maka üç bölümde Yunan Mitolojisinin yaratılış kavramını bitirdik. Ama – tahmin edebileceğiniz gibi- yaratılışlar bitmedi daha. Daha nice öyküler var önümüzde farklı coğrafyalarda.  Bazıları bildiğiniz, çoğu da bilmediğiniz şeyler, bazıları yeni ufuklar açacak sizde, bazılarında benzerliklere şaşacaksınız, ama eminim kafanızdaki tek düşünce “ Ne zorum vardı da başladım okumaya“ olacak. Olabilir, hayat kısa, kuşlar uçuyor, başka bir yaratılış öyküsünde (öykülerinde) görüşmek üzere.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s